Takılar tarih boyunca toplumların estetik, ekonomik, kültürel ve dinsel yaşamlarının bir parçası olmuştur. Takı takma mantığı günümüzden 30.000 yıl öncesine uzansa da kuyumculuğun tarihi Mısır ve Anadolu'da 6.000 yıllık bir tarihe sahiptir. Takı takma merakı başladıktan yaklaşık 24.000 yıl sonra insanoğlunun kuyumculuğu meslek haline getirmiş olması oldukça şaşırtıcıdır aslında. Bu fikir oluştuğundan günümüze kadarki süreçte değişmeyen tek şey takıların kullanım amacıdır; Zenginlik ve Asalet simgesi.

İşlenmiş değerli madenlerin ve taşların sunulduğu kuyumcularda, bilindiği üzere beğeni düzeyi en yüksek müşteriler için ürün ve hizmet üretmek günümüzde oldukça zor ve rekabet gerektirmektedir. Bilgi, deneyim, kültürel gözlem, insanlarla sağlıklı iletişim kurabilme ve en önemlisi güvenilir olmanın dışında, marka olma isteği sadece konsept- tasarım kurgusu elde edilebilmektedir. Kurulduğundan günümüze kadar, tüm ciddi markaların uyguladığı strateji aslında hep aynı olmuştur. Graff, Harry Winston, Cartier, Piaget gibi sektörün dev firmalarının ortak özellikleri devamlı iyi tasarımcılarla çalışmış ve pazar paylarını birlikte arttırmış olmalarıdır. Tarihteki en kanlı savaşların altın için yapıldığının bilincinde olan kuyumcular, markalaşma ve iç mimari tasarımlarındaki rekabeti son yıllarda daha da sertleştirmişlerdir.

Birbirine benzeyen kuyumcular açarak markalaşma sağlanamayacağının bilincinde, en iyi başarı ivmesi kazanma yolu kendin gibi olmaktan geçer. Bu da özgün olmayı gerektir. Firmalar için seçilen bölgeden logoya, çalan müzikten içeride yaratılmış ortama kadar tüm ögeler benzersiz tasarlanmış olması beklemektedir. Bu denli özgünlüğün içinde dünya devlerinin projelerine baktığımızda tasarımsal benzerlikler göze çarpmaktadır; 

Geneli kurulduğu şehri konsept olarak almıştır. Doğdukları şehrin mimarisinden, yönetiminden, hatta ekolojisinden dahi etkilenmişleridir. İtalya’da kurulan iki dev firmadan Bvlgari ve Bucellati`nin ayrı ayrı ürün skalasına ve iç mekânlarına baktığımızda yörenin çiçek ve meyve motiflerinden esinlendiğini görürken, Fransız Cartier`in 1860 yılından beri tasarımlarında kraliyet ailesine göndermeler yaptığını görürüz. Bu firmaların markasal anlamda duruşlarına sahip çıktıkları anlamına gelir. İç mekanlarda ışık oranı genel bölgelerde düşük olsa da odak belirlenmiş bölgelerde noktasal ve ürün odaklı düzenlenmiştir. Amaç karanlık ambiyansta noktasal ışıktan doğacak ışıldama sayesinde ürünü iyice öne çıkarmaktır. Ayna kuyumcularda en kuvvetli malzemelerin başında gelir. Alışveriş esnasında zaman zaman müşterilerin kendilerini izlemeleri amaçlanır. Kendini gören müşteride alım duygusu üst seviyelere çıkacağından, güven hissiyatı yükselir. 

İçerisi hep yeni kokar. Tıpkı yeni alınan araba gibi. Periyodik olarak mobilyalar değiştirilir, hakiki deri kullanımı yaygın olduğundan bu kokunun cazibesinden faydalanır. Düzen ve simetri iç mekândaki en kuvvetli yaklaşımlardan biridir. Kusursuzluğu sağlama adına geometriden ve perspektiften olabildiğine yararlanılır. İçerisi olabildiğine rahattır fakat hiçbir zaman ev rahatlığını vermemesi gerekir. Ev kavramından müşteri sonuna kadar uzaklaştırılır. Evde hiçbir kadının takı takıp gezmeyeceği bilindiğinden içeride otel, düğün, davet, kokteyl, açılış gibi sunumun en öne çıktığı durumlara göndermeler yapılır. Lüksün en üst sınırlarının hissedildiği yerlerdir kuyumcular. Zeminde granit, mermer, onyx gibi doğal taşların ustalıkla kullanıldığı yerlerdir. Koyu kahve tonlar, siyah arka fonlar kuyumcuların vazgeçilmezidir. 

Her ne kadar %90 hedef kitlesini bayanlar oluştursa da, iç mekânlar olabildiğine erkeksi tasarlanmaktadır. Tasarımda birçok yerde kullanılan bu stratejinin altında yatan kurguyu bir sonraki yazımda uzunca ele almayı planlıyorum.

Görüşünceye dek sağlıcakla kalın.

 

Deniz Çobanoğlu / içmimar