Eskişehir’de 2002 yılında Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde başlayan, son on yıldır da Londra`da mesleki anlamda devam etmekte olan içmimarlık serüvenimin bugün 15. yılı. Bu yazı dizisinde, sure zarfında projelerde yaptığım araştırmaları, edindiğim bilgileri ve bakış açımdan kesitleri beğeninize sunmayı planlıyorum. Hepimizi yakından ilgilendirecek konular üzerine yoğunlaşacağım. İçinde yasadığınız, profesyonellerce tasarlanmış mekânların, renklerin, kavramların, başarıya götüren tasarım stratejilerini ve üzerimizde yarattığı etkilerinden bahsederken aynı zamanda da yeni işletme açacaklara da esin kaynağı oluşturacak deneyimlerimi buradan sizlerle paylaşacağım.

 

 

Görüşlerinizi paylaşmaya başladığınızda “Senin daha kırk fırın ekmek yemen lazım” derler hani bizim oralarda. Şimdi ben de bugüne kadar yediğim ekmeklerin yapıldığı yer olan “Fırınlar” yani “Bakery” tasarımları hakkında yazayım dedim. Başlıyoruz..

 

 

Ekmeğin Anadolu’daki tarihi, geçenlerde Çatalhöyük’teki kazılarda iyice tescillendi. Tam 9000 yıl öncesine dayanıyor kültürümüzün ekmek ile ilişkisi. Yani toplum olarak bunu yapmasını iyi biliyoruz.  Ayrıca bizler ekmek yere düşünce öpüp kaldıran hassasiyet ile yetiştirildik, bunun arkasında müthiş bir kavram var. Peki bu toplumun ekmek fırınları nasıl tasarlanmalıdır? Bu hassasiyette olan fırınların ve pastanelerimizin İngiltere’deki Bakery sektöründe devleşmesi an meselesi değilimdir sizce? Yaptığım analizler gösteriyor ki, sağlam tasarlanmış iç mekân kurgusu ve doğru stratejilerle başarı kaçınılmaz.

 

 

Ürünler belirledikten sonra, bunları en iyi şekilde tüketiciye sunma kurgusu başlıyor. Ürünlerin birçoğu ekmek, börek, poğaça ve türevlerinden oluştuğu için sarı – bej- kahverengi tonlarını öne çıkaracak renkler seçmemiz gerekiyor. Sanatı çerçevelediğinizi düşünün. Bunun için koyu griler, siyah ve en koyu kahverengileri kullanmamız uygun olacaktır. Renk tonlarını belirledikten sonra malzeme secimi devreye giriyor. Üreteceğiniz ekmeğin tamamen doğal oluşundan kaynaklı, iç mekândaki malzemeleri de olabildiğine gerçek-saf malzemelerden seçmeliyiz. Duvarlarda ve tavanda doğal ahşap kesinlikle fırınlarda olmazsa olmaz. Hem içeriye kendine has kokusunu vermesi açısından, hemde sıcak bir görünüm elde edeceğimizden ham ağacı kullanmamız çok büyük avantaj. En büyük stratejilerimizden biri olarak, fırının ateşininin müşterileri içeri davet etmesini hedefleyeceğiz. Ateşi olabildiğine göstermemiz lazım. Ateş icadından beri etrafında toplanılan, buluşma noktası oluşturan, birçok kültürde kutsallığın simgelerinden. Bizde bu kavramı dükkân önünden geçenleri içeriye davette kullanacağız. Fırın her ne kadar sembolik te olsa hep yanmalı, hatta mümkünse başında fırıncı ustasının ekmek yapıyor olması müşterilere izletilmeli. İyi fırın olmak, eski olmakla aynı orantıda. Bir işletme ne kadar yıllanmış ise o kadar güvenilir diye algılandığından malzeme seçimlerinde olabildiğine doğal ve eskitilmiş görünüme gitmemiz gerekecek. Bu bağlamda zeminde kullanacağımız kültürümüze özgü formlarda mermerler dükkâna yıllanmış etkisi verecektir. İlk açtığımız günde bile mekânımız ne kadar eski görünürse o kadar köklü ve güvenilir görünecek. Fırınlarda ve pastanelerde eski ama tertemiz görünüm uyumlu kurgulandığında başarı kaçınılmaz oluyor.  Duvarları kesinlikle profesyonel çekilmiş fotoğraflarla beslemek gerekiyor. Unutmayalım ki ürettiğiniz ürünler ne kadar iyi olursa olsun, doğru fotoğraflandığında değerine değer katacaktır.

 

 

İç mekânın tasarım aşamasında ve logo çalışmalarında, ekmek yapımında kullanılan ana malzemeler olan buğday, çavdar, yulaf gibi tahılların formlarından esinlenmek de markalaşma açısından oldukça değer katacaktır.

 

 

Herkese kolaylıklar dilerim. Yazılarımı, her Perşembe Avrupa Gazetesi baskısında “Mekanı Tasarlayanlar” kçseinde okuyabilirsiniz. Haftaya yayınlanacak yazı başlığım;“ İngiltere’de yükselen yeni yaşam alanları: Rezidanslar”

 

 

 

Deniz Çobanoğlu / İçmimar

 

email: [email protected]