Günümüzden 1500 yıl öncesinde “Yurt” denirmiş Türkün kurduğu çadıra. Göçebe hayatin simgelerinden biri olan geleneksel çadırlarımızda kurulumundan taşınmasına kadar hayran kalınası bir ritüel söz konusu. Çadırlardan başlayıp modern mimaride günümüzde kullanılan kavramları özetlemek ve iç mekân algısını doğru anlamak için, bu konuya yer verdim.

Tarih boyunca kubbe seklinde kurulan tek çadır Türklere mahsus olmuştur. Bunun altında yatan kavram, Gök tanrı inancına göre çadırı bütünüyle dünya olarak ele almaktan geçer. Tavanını gökyüzü seklinde tasarlayarak üzerinde acılan boşluk ile ışık hedeflenmiştir. İçeride yapılan her dini törende, her paylaşımda yeryüzünün tasviri yapıldığından Türkler için çadır, evden ziyade “küçük dünya” hissiyatı uyandırmaktaydı.

 

 

Göçebe yasam süregelirken çadırın kolay kurulup toplanması, zahmetsiz taşınabilmesi gerekiyordu. O yüzden kurulum aşaması ve kullanılan malzeme bu hedefe göre tasarlanmıştı. Kurulumun her zaman gün doğarken yapılması gerekliydi. Sangrak adı verilen üst kubbenin en uç kısmi pusula görevi görüp günesin doğuşuna göre yön bulunuyor, çadırın cephesi ona göre ayarlanıyordu. Sangrak kendi başına hem pusula, gölgesi ile de saat görevini üstleniyordu. Sangrak aynı zamanda kutsal sayılmış bir ögedir. Gök tanrıyı, her şeyin üzerinde olanı ve yasamı simgelemekteydi. Işık ve hava ondan gelmekteydi. Taşınmasındaki hassasiyet de ruhani seviyedeydi. Bel seviyesinden hiçbir zaman alta inmez ve yolculuk sırasında en öndeki deve sadece Sangrak`ı taşırdı. İdeal çadırın beş metre ile yedi metre arası değişen çapı, en az iki buçuk metre kubbe yüksekliği olması gerekmekteydi. Ahşap kafes sistemi oluşturulduktan sonra hemen örtülmesi gerektiğinden, buraya önceden hazırlanmış birkaç keçe örtülür, nakışlı kolonların rüzgârdan uçmasını engellemek amacı ile de keçe örtüyü sarardı. Çadır kapısı gerektiğinde yukarı toplanabilen desenli halı ile kapatılırdı. Son olarak çadırın girişine çadırda yaşayanların sembolü işlenir ve bu şekilde isimlikler oluşurdu. 

 

 

Göçebe Türk çadırlarına baktığımızda cephelerinde en dikkat çeken, ağır madenlerden yapılmış küçük ay sembolü. Bu her çadırda bulunuyor. Iç mekânda ise kesinlikle yükte hafif olan taşınabilir nesnelerin oluşu söz konusu. Anadolu insaninin işe yararlılık, pratiklik ve hızlı düşünme yeteneği buradan geliyor sanırsam.

İçeride cadirin tam ortasinda bulunması gereken tek şey ateş. Her çadırın en kıymetli noktası bu. Yemek ve ısınma buradan, tam ortadan sağlanmakta.  Çadıra girince solda erkeklerin, sağda kadınların yerleri var. Erkeklerin tam karşısına en çok sözü geçen erkek misafir oturmakta. “Başköşe” tamda burası iste. Nakışlı keçe örtüler veya halılarla kaplanmış. Sağ arka taraf ev sahibi, ev hanımı, çocuklar ve akrabalar olmak üzere aile üyelerine ait. Sağ ön kadın misafirler için. Çadır içinde yatağın yeri, aile kısmının hemen arkasında. Mahremiyet yatağın ön tarafına gerilen örtü ile sağlanmakta. Yatağın sağında silah, solunda ise sandıklarda ve heybelerde tüm servet yatmakta. Geçim hayvancılıktan sağlanınca göçebe Türkler birçok ihtiyaçlarını yün dokuyarak çözmüşler. Bu nedenle her çadırın içi dokunmuş halı ve kilimlerle zengin bir sanatsal görünüme sahiptir. 

Ek bilgi: Çadır Kırgızistan bayrağında semboldür ve Kırgızistan’ın yüksek yaylalarında göçebe hayata devam eden Türk Boyları yurt adi verilen bu çadırlarda konaklamaya devam etmektedirler ve halen şuna inanıyorlar. “Işıksız ve havasız hayat olmaz. Sangrak`sız çadır olmaz. Çadırsız mekân olmaz. Mekânsız da Vatan olmaz.”  

Günümüzde bunu projelerimize yansıtabildiğimiz an, insan-mekan ilişkisini de değiştirecegimize inanıyorum. 

Sağlıcakla kalın.