Kalbimi ve ruhumu işime kattım, bunu yaparken de aklımı kaybettim Van Gogh'un bu sözü beni her zaman derinden yaralamıştır. 37 yıl gibi kısa bir ömürde  2000 den fazla tablo yaptı ama sadece bir  tanesini satabildi. Ne acıdır ki yıllar sonra yaptığı eserlerden birinin 49 milyon dolara otekinin ise 22 milyon sterline satıldığını ve adının sanat tarihine tabloları en yüksek fiyata satılan sanatçı olarak geçtiğini hiç bir zaman öğrenemedi.

 

 

 

Geçen Pazar Van Gogh’un köyü olarak da adlandırılan ve Paris'e 30 km uzaklıkta ki Auvers Sur Oise'yi ziyaret ettik. Aslında Van Gogh'un neden burayı seçtiğine hiç şaşırmadım, öylesine huzurlu, sakin bir köy ki, hiç bozulmamış, mütevazi ama iyi bakılmış. Evlerden birinin zilini çalsam  sanki Van Gogh kapıyı açacak hissine kapıldım. Ya da yolun üzerindeki şirin pastanede onun kulağında beyaz bandajiyla kahve içerken görecekmişim gibi. 

 

 

 

 

Köyde Van Gogh'un kaldığı pansiyon müzeye çevrilmiş; çok üzgünüm ki müze kapalı olduğu için odasını görme imkanımız olmadı ama bu muhteşem köye tekrar geri dönmek için bir  fırsat olacak. Özellikle de altın sarısı ay çiçeklerinin açıldığı dönemde Van Gogh'un dolaştığı sokaklarda tur atmak fotoğraf çekmek, pastanesinde enfes kokan çöreklerden tadabilmek için sabırsızlanıyorum.

Tepedeki köy mezarlığında kardeşi Theodore ile yanyana sarmaşıklarla örtülü olan kabrini gezebildik. Kabrin üzerinde ki Ayçiçeği gerçekten ayrı bir anlam katmıştı. 

 

 

 

 

Van Gogh yaşama durumu iyi bir ailede başladı ama sonrasında çok fakirlik yaşadı, kardeşi Theodore ona maddi destek oldu birbirlerine yazdıkları mektuplar bir kitap haline geldi. Theodore, abisinin ölüm  acısına dayanamayarak bir sene sonra vefat etti. 

Müzenin karşı tarafındaki barda Van Gogh şerefine sıcak şarabımız ile kadeh kaldırdık. Bu dünyadan bir Van Gogh geçti.