Korona nedeniyle tatsız tutsuz bir yaz geçirdik. Kendi adıma mecbur kalmadıkça uçağa binmedim, otellerde kalmadım, gittiğim restorantları özenle seçtim. Her yaz olduğu gibi bu yazda Erdek'te evimizdeydik. Erdek'ten başka tatil beldelerine kısa kaçamaklar yaptım bunlardan biride Bodrum'du. Sonbahar'da Bodrum nasıl olur bir fikrim yoktu hatta oralarda Sonbahar mevsimi var mı ondanda çok emin değildim. Hani bazı şehirler var ya yaz ayından direk kış ayına geçersin. Sonbaharda da hava yaz gibidir. 

İzmir'den bindiğim otobüs yavaş yavaş Bodrum'a doğru yol alırken bende internetten kendime yer ayırdım. Bodrum merkezde kalmayı seviyorum tamam koyları şahane lafım yok ama ben kendimi merkezde daha iyi hissediyorum. Koronavirüs, sonbahar ve komşuyla sınırların kapalı olması nedeniyle fazla insan yoktu. Yazlıkçılar geri dönmemişler hatta bu kış mecbur kalmadıkça dönmeyi de düşünmüyorlarmış. Otelim biraz hayal kırıklığı oldu beklediğimden daha küçük ve bahçesi yoktu ama otantik olması, işletenlerin sıcakkanlılığı, denize 20 metre olması ve fiyatı artı noktalarıydı.

Kalanların okudukları kitapları bırakmaları nedeniyle güzel bir kütüphane meydana gelmiş. Bende uzun yıllardır okumadığım Tolstoy'dan bir kitap seçtim kendime.

Otelin ahşap olması ve kedilerin bolluğu beni korkutup resepsiyona kısık sesle "burada fare varmıdır" diye sorunca "hiç merak etmeyin sadece bu otelde değil Bodrum'da bile yok bunuda kedilerin çok olmasına borçluyuz" dediler. Benim Londra'dan kalma bir fare fobim var.

Bodrum'daki ilk akşamımda hava biraz rüzgarlı ama çok güzeldi otelimin ön kısmındaki Bodrum Kalesine bakan balık restorantlardan birinde yemek yedim. Yabancı turist çok azdı bir kaç kişide ingiliz aksanı duydum o kadar. Yemek sonrasında şehir turu atarken karşıma bir İngiliz barı çıktı.

Kısık bir sesle çalan 70 ve 80'li müzikler beni orada bira içmeye zorladı. Uzun bir süredir ilk defa yalnız barda içki içtim ve ilk defa bu kadar boş bir bar gördüm. Koronavirüs nedeniyle hayat gece 12'de sona eriyor fazla yapılacak bir şey yok.

Ertesi gün kumsaldaki restorantların birinde şahane bir Türk kahvaltısı yaptım. Güneş bir saklanıp bir çıktı ama keyifliydi. Öglende Milano'da bir kafede tanıştığım Bodrum'da yaşayan arkadaşım Fatma ile Starbucks'ta buluşup kahve içtik. Belediye fırtına ve sel anonsları veriyordu. Son altı aydır yağmur yağmayan Bodrum'da sel bekleniyordu. Şans işte beni buldu diye söylenirken küçük bir Bodrum turu yaptım yürüyerek. Marina'da gezindim hiç neşesi yoktu. Fırında helva arayışı içinde olan Araplar vardı onlara tercümanlık yaptım. Akşam liseden arkadaşım Sevda ile yemek yerken dışarda acayip bir sağnak yağış ve fırtına vardı. Hayatımda yediğim en güzel tereyağlı karidesti bahsetmeden geçemeyeceğim. Yemek sonrasında hava durulmuş muhteşem bir hale gelmişti yağan yağmurun arkasından gelen kokuya bayılıyorum
Bodrumun ne kadar güzel olduğunu unutmuşum sonbahar'da Bodrum daha mı güzel oluyor  bilmiyorum ama geçirdiğim 48 saat bana çok iyi geldi.
Haftaya görüşmek üzere