Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya karşı başlattığı askeri operasyon Türkiye’de her konuda olduğu gibi büyük bir ayrışmaya ve kutuplaşmaya neden oldu. Ayrışmanın belirgin kriterleri ise genellikle sahip olunan ideoloji, dünya görüşü, etnik, dinsel ve mezhepsel alt kimlik, geçmiş, bilgi seviyesi, duygusal yapısı, çıkar ilişkileri ve iktidara yakınlık durumuna göre değişmektedir. Bu kriterlerin egemen olduğu bakış açısı ile insanlarımız birbirini Rusya’cı, Amerika’cı, Ukrayna’cı, Küreselci, Çin’ci olmakla suçluyor. 

Allah’tan hiç kimse, hiç değilse şimdilik açıktan Türkiye’ci olarak suçlanmıyor. Ama Ukrayna krizine Türkiye’nin uzun soluklu güvenliği ve çıkarları açısından bakan, bakmaya çalışan ve yol göstermeye çalışan insanlarımıza yönelik gizli düşmanlıklar yapılıyor ve kendisini konumlandırdığı tarafın tersinden yaftalanmasına çalışılıyor.

Türkiye Olarak Ne Yapmalıyız?

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri operasyonu, uluslararası hukukun çok ağır bir şekilde ihlalidir. Buna hiç şüphe yok ama sadece bunu söylemek veya altını çizmek sorunu çözmüyor. Ayrıca, uluslararası hukukun ihlali de ilk kez yaşanmıyor. Özellikle ABD bunu birçok yerde yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Hatta bu yolu da ilk açan ABD idi. Bugün ABD’nin Suriye’de bulunuyor olması da uluslararası hukukun çok ağır bir şekilde ihlalidir. Demek ki; devletler, özellikle de küresel ve bölgesel güce sahip olan devletler, kendi çıkarları ve güvenliği söz konusu olunca hukuk ve kural tanımıyorlar.

  

O zaman akla gelen soru şu; Türkiye olarak biz ne yapmalıyız? Eğer Ukrayna sorununu tek başımıza çözebilecek gücümüz varsa hemen çözelim. Hayır, yoksa bir yandan çözüm sürecine gücümüzle doğru orantılı olarak katkı yaparken, diğer yandan da büyüme emaresi gösteren bu yangından ülkemizi korumaya çalışalım.

Bu Rusya-Ukrayna Savaşı Değil!

Bunun yolu ise önce problemi anlamaktan geçiyor. Nobel ödüllü ünlü fizikçi Albert Einstein bir soru üzerine; “Dünyayı kurtarma görevini bana verseler ve bunun için 1 saatim olsa, 55 dakikasını anlamaya verirdim” diyor. O zaman problemi doğru şekilde çözebilmek için doğru anlamamız lazım. Çünkü Ukrayna’daki gelişmeleri Rusya-Ukrayna savaşı olarak değerlendirirseniz çözüm başka, buradaki gelişmeleri küresel ve bölgesel güçlerin Ukrayna üzerinden bilek güreşi olduğunu görebiliyorsanız çözüm ve ülkeniz için izlemeniz gereken rota başka olacaktır. 

Yine bu köşedeki yazılarımda; bu savaşın genel olarak dünya medyasında gösterildiği gibi bir Rusya-Ukrayna savaşı olmadığını, Rusya-ABD savaşı olduğunu ve her geçen gün Rusya-NATO savaşı haline getirilmeye çalışıldığını, arkasındaki gizli hedefin ABD’nin kurgulamış olduğu yeni dünya düzeni olduğunu, Ukrayna üzerinden İkinci Soğuk Savaş’ın tırmandırıldığını, Ukrayna’da aynen Afganistan’da olduğu gibi uzun soluklu bir yıpratma savaşının planlandığını ve Türkiye’nin de bu savaşta tarafsız kalması gerektiğini anlatmıştım.

Türkiye’yi Cepheye Sürmek İstiyorlar

İktidar şimdilik mümkün olduğunca tarafsız olmaya çalışıyor. Bunun nedeni problemi anlamış olması ve Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları açısından tarafsızlığın doğru olduğu kararını vermiş olması değil. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası Rusya ile gelişen ilişkiler ve Suriye başta olmak üzere bazı konularda Rusya’nın intikamından korkuluyor olmasıdır. Yani 15 Temmuz sonrası Rusya ile geliştirilen ilişkiler olmasaydı, bugün ABD’nin yanında, en önde Rusya’ya karşı yerimizi almıştık. İktidarla aynı ideolojiye sahip olan ve 17-25 Aralık 2013’e kadar işbirliği içinde bulunulan Gülen Cemaati, şimdiden ABD’nin yanında Rusya’ya karşı çok açık olarak yerini aldı. 

ABD de Türkiye’deki iktidarın bu sıkışıklığını ve Rusya’ya bağımlılığını bildiğinden aceleci davranmıyor, şimdiden ürkütmek istemiyor ama sabırla ve çeşitli ikna yöntemleri (havuç ve sopa) ile uzun sürecek olan bu savaşta Türkiye’yi yanına alıp cepheye sürmek istiyor. Bu arada Rusya-Ukrayna krizi konusunda Türkiye kamuoyunu Rusya aleyhine şartlandırmak için yapılmakta olan propaganda savaşı da bütün hızıyla devam ediyor. 

Düşülen Tuzaklar ve Yapılan Hatalar

Şimdi büyük resmi doğru analiz edebilmek adına, Putin yönetiminde Rusya’nın düştüğü tuzakları ve yaptığı hataları mercek altına alalım;

  1. Rusya, Ukrayna’ya yönelik askeri operasyonunu Donbas Bölgesi ile sınırlı tutmalıydı. Tüm Ukrayna’ya yönelik operasyon, Avrupa için Rusya’nın tehdit olduğu algısını yarattı.
  2. Bu algı, NATO içindeki ayrışmayı ve ABD’ye karşı direnci şimdilik bitirdi.
  3. Putin, NATO içindeki ayrışmayı ve Almanya-Fransa aksının ABD’ye karşı direncine çok güvendi ve Ukrayna operasyonuyla birlikte daha da artacağını sandı.
  4. Putin, harekatın çok kısa süreceğini, Zelenski’nin hemen devrileceğini değerlendirdi. Ama bu bir tuzaktı, Rusya’ya karşı Ukrayna ve Zelenski ile uzun soluklu yıpratma savaşının hazırlanması sağlanmıştı. 
  5. Rusya, NATO’nun doğuya doğru genişlemesine yönelik güvenlik endişelerinde haklıydı ama Putin’in Ukrayna üzerinde hakları olduğuna dair Çarlık Rusyası’na referans yapan açıklamaları yanlıştı ve yayılmacı niyetlerinin olduğu algısına neden oldu.
  6. Putin’in yine konuşmalarında Sovyetler Birliği dönemini ve Lenin’i eleştirmesi sol dünyada hayal kırıklığı yarattı ve Ukrayna Operasyonunun antiemperyalist refleksler ile geliştirilmediği şüphesini doğurdu.
  7. Putin, Ukrayna ile olan tarihi geçmişini, etnik köken, din ve dil birlikteliğini göstererek Rusya’dan ayrı bir Ukrayna olamayacağını söylemeye çalıştı. Bu da çok yanlıştı. Hemen batısında yer alan Almanya ve Avusturya da aynı etnik, din, kültür ve dile sahiptir ama iki ayrı ulus devlettir.
  8. Rusya küresel güçmüş gibi davranmaya çalışıyor ve bu kabulün üzerine adımlar atıyor. Halbuki ekonomik gücü İtalya kadar bile yok. Ekonomik büyüklük olarak dünyanın sadece yüzde bir buçuğu. Askeri gücüne özellikle nükleer silahlarına ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisine dayanarak küresel ölçekte güç olunmaz. Ayrıca, Rusya’nın savunma bütçesi ABD’nin onda biri, AB’nin ise dörtte biri kadar.
  9. Putin, küresel güç olan Çin’e çok güvendi. Ama Çin topa çok sert girmiyor ve Rusya’ya açık çek vermiyor. Çin, tırmanan bir Soğuk Savaş ve kutuplaşan bir dünyanın ekonomisi için bir yıkım olacağının farkında. ABD ile cepheleşmeyi daha sonraya planlıyor ve zaman kazanmaya çalışıyor.

10.Rusya, yaptırımlara dayanabileceğini ve çok etkilenmeyeceğini hesapladı. Ama sorun yaptırımlar değil, Batı’nın topyekûn ekonomik savaşı. Daha şimdiden Batılı şirketlerin çekilmesiyle 1,5 milyon Rus işini kaybetti. Bu insanlar, aileleriyle birlikte zaman uzadıkça Putin’i hedef alacaklar. 

İkinci Soğuk Savaş

Sonuç olarak; Türkiye’nin de bulunduğu bölgemizi ve tüm dünyayı zor günler bekliyor. İçinde yer yer çatışmaların, Ukrayna gibi hamlelerin, Kazakistan’daki gibi halk hareketlerinin, vekalet savaşlarının, toplumsal mühendisliğe ve algı operasyonlarına yönelik propagandaların, psikolojik harekatların, provokasyonların, ekonomik manipülasyonların, taşeronlar vasıtasıyla yapılacak terör faaliyetlerinin yoğunlukla yaşanacağı, gittikçe tırmanan bir “İkinci Soğuk Savaş” sürecine girdik. Buna hazırlıklı olmalıyız. Biz istesek de istemesek de bu süreci yaşayacağız. 

Birinci Soğuk Savaş, kapitalist ideolojiye sahip ABD liderliğindeki Batı ile sosyalist ideolojiye sahip Sovyetler Birliği arasında yapıldı. Sonuçta Batı kazandı ve Sovyetler Birliği çözüldü. İkinci Soğuk Savaş da Batı ve Doğu arasında. Ama burada batı kavramı coğrafi kavram değil. Örneğin; Japonya ve Kore, coğrafi olarak doğudadır ama Batı’nın değerler sistemi içindedir. 

Üst Akıl 

İkinci Soğuk Savaşı tetikleyen ABD’ye göre; “Batı, kurumlar ve değerler manzumesidir. Bunun içinde; hukukun üstünlüğü, demokrasi, özel mülkiyet, çoğulculuk ve liberal ekonomik düzen vardır. Şimdi de mücadele, otoriter rejimlere karşı verilmektedir”. Tabii ki; bu anlatım dünya kamuoyuna yönelik geliştirilen bir pazarlama taktiği. 

Gerçekte hedef; tek kutuplu dünya düzenini sürdürmek ve hegemonyaya direnenleri itibarsızlaştırmak ve ezmektir. NATO, bu maksatla ABD’nin bir enstrümanı olarak genişletilmektedir. Uzun vadeli nihai hedef ise küresel tek düzen, küresel tek otorite ve küresel tek pazardır. Bu maksatla ABD’yi de kullanan üst akıl; çok uluslu dev şirketlerin sahipleri, ait oldukları aileler ve üst düzey yöneticileri olmak üzere Finans-Kapital sistemidir.

Dostum ve büyüğüm Güran Tatlıoğlu’nun Sonçağ Kültür Yayınları’ndan çıkan “Mirabo Köprüsü” adlı romanını okumanızı tavsiye ederim.