İstanbul’da konut fiyatları kira değişiminin özeti şu; aylık artış %3, üç yıllık artış %47 ve beş yıllık artış %51. Merkez Bankası Temmuz 2021 raporuna göre ise Türkiye’deki konutların kalite etkisinden arındırılmış fiyat değişimlerini izlemek amacıyla hesaplanan Konut Fiyat Endeksi (KFE), 2017=100 olacak şekilde, 2021 yılı Temmuz ayında bir önceki aya göre yüzde 2,8 oranında artarak 185,3 seviyesinde gerçekleşmiştir. Özetle, kiralar uçmuş durumda. Peki neden? 

BUGÜN : DOĞDUĞUN YERDE YAŞAMANIN YÜKSEK FATURASI

Doğduğunuz, çocukluğunuzun geçtiği, ilk gençlik aşklarınızı yaşadığınız, hikayesini yazdığınız, avucunuzun içi gibi bildiğiniz mahallenizde mi yaşamak istiyorsunuz? Elbette ki doğal ve haklı bir tercih. Ama bunu gerçekleştirmek de mi istiyorsunuz? İşte bu isteğiniz biraz sıkıntılı. Eğer ki yapabiliyorsanız, hele ki bunu İstanbul’da yapabiliyorsanız, belli ki çok zenginsiniz.

İstanbul’da doğduğu yerde yaşamak isteyenler için fatura çok yüksek. Genel olarak tüm büyük kentlerimizde kira fiyatları artış göstermekle birlikte, özellikle İstanbul’da merkez ilçelerde son dönemde akıl almaz kira fiyatları ile karşı karşıyayız.

İstanbul komşu illeri ile bütünleşik bir hal alacak şekilde genişlerken, hem konut hem de ekonomik gelir üretim merkezlerini içten dışa doğru kaydırmış oldu. Bu geçiş sürecinde aldığı yoğun göç de kentin hem merkezini hem de çevreleyen yeni yaşam alanlarını doldurmaya başladı. Kentin dokusu ve ruhu baştan aşağıya değişim yaşarken, bu kadim dokuyu korumaya çalışanlar ise eleştirildi, tutuculuk ve gelişim karşıtlığı yaftaları ile etiketlendi. İstanbul’un bugün bulunduğu noktaya kaçınılmaz olarak nasıl geleceğini en iyi anlatan dokümanter filmlerden “Ekümenopolis”i hala izlememiş olanlara bu filmi izlemelerini şiddetle öneriyorum. Makalenin sonundaki linkten filmin tamamına erişebilirsiniz.

DÜN : İÇ KENTİN YOKSULLAŞMASI

Türkiye’nin milli gelirinin görece artış gösterdiği on yıllık süre boyunca İstanbul’a yapılan yatırımların, şehri abad etmek gayesi ile yapıldığı düşünülmüştür. En azından kentlilerin önemli bir bölümü bunu bu şekilde yorumlamış olabilir.

İstanbul’un iç kenti, tarihi boyunca bir yaşam alanı olarak biçimlenen doğal yapısı her geçen gün değiştirilerek, maliyeti ancak büyük sermaye sahipleri tarafından karşılanabilecek bir kar merkezine dönüştürülmüştür. İç kentin asıl sahiplerinin yoksullaştırıldığı, işsizleştirildiği bu süreçte, büyük bir negatif dönüşüm yaşanmıştır. Hem de bireysel olarak değil, mahalle mahalle yaşanmıştır bu dönüşüm.

Adına kentsel dönüşüm denen bu devasa ve önüne çıkanı ezen silindirin altında kalan her mahalle, haneler dolusu gruplar halinde iç kentten dışa doğru göç etmek zorunda kalmıştır. Elbette ki bu gidiş sadece bir ev değişikliği değildi. Ev ile birlikte, bireysellik anlayışı, sosyal ve ekonomik konum, toplumsallık durumu, kent kültürü ve sair bütün unsurlar eski mahallede sert bir yıkıma terk edilmiş oldu.

Evet, İstanbul’da özellikle son çeyrek asırda yaşananlar, tam anlamıyla bir “iç kent yoksullaşması” süreci idi. Ne yazık ki kısa yaşantımızda bu sürece yakinen ve acı bir şekilde şahit olduk. Bu süreç, iç kenti doğal yaşamdan ve yaşayanlarından soyutlayarak ekonomik açıdan büyük sermayenin kar merkezine, yerleşim olarak ise sistemin yeni zenginlerinden oluşan bir uydu yerleşime dönüştürdü. Eş zamanlı olarak da yapay ve her geçen gün çirkinleşen botokslu ölü bir silüet haline getirdi.

İstanbul’da iç kentin varlıklıları, dış kente zorunlu geçişlerini görece kabul edilebilir şartlar altında gereçekleştirebilirken, eski iç kentin orta gelirli grubu bu geçişi yapma kabiliyetinden yoksan kaldı. Yani özetle, kentin en yoksul kesimi iç kentte sıkışıp kaldı veya dış kentin de dışına çıkmak ve kentsel olanaklardan tamamen yoksun çok daha geri kalmış bölgelere gitmek zorunda kaldı. Kentte sıkışıp kalanlar ise öncelikle işsizleşirken, hem ekonomik hem de yerleşim kabiliyetleri büyük sermayenin insafına bırakılmış oldu. Sonuç? Sonuş sermaye bu kesimin varlığına daha fazla tahammül edemez hale geldi. Öncelikle işsizleştirilen bu kesim şimdi de yüksek konut fiyatları ile karşı karşıya kalmış oldu.

YARIN : GELİRİN YENİDEN DAĞITIMI

Aslında bir kentin doğal gelişimini manipüle ederek, ona yepyeni bir çehre kazandırmak, bu kentte yaşayanların gelirini yeniden dağıtmak anlamına geliyor. Elbette ki bu dağıtımın adil bir anlayış ile yapılmasında sakınca olmasa gerek. Ancak dağıtımın adalet anlayışından uzak, hatta bunun tam zıttı olacak şekilde, kent yoksulunu daha da yoksullaştıracak ve çaresiz bırakacak şekilde yapılması kabul edilebilir bir durum değil.

İstanbul ve Türkiye’nin diğer birçok kentinde yaşanan bu durum sadece bize özgü değil. Küresel ölçekte, hemen her ülkede, insanların oya gibi işleyerek oluşturduğu kentler, bu oluşum sürecine hiç katkısı olmamış yeni sistemin hakimleri tarafından tek tek işgal edilmeye başlandı. İstanbul gibi, Avrupa’nın gelişmiş ülkelerindeki Paris, Londra, Berlin gibi kentlerde de aynı süreç yaşanmaktadır. Örneğin Londra’da kira fiyatları son çeyrekte %4.5 artmış durumda. Yani küresel bir uygunsuzluktan bahsediyoruz. Bundan tam on yıl önce, sosyal eşitsizliği ve şirketlerin ABD yönetimi üzerindeki nüfuzunu protesto eden “Occupy Wall Street” hareketi aslında çok daha büyük bir işgalin, sermayenin kenti işgalinin ne kadar farkındaydı acaba?

Önümüzdeki dönemde, bu dönüşümün aynı şekilde ve daha da acımasız bir şekilde devam edeceği açık. Ancak işgal edilmiş bu yeni kentlerin sürdürülebilirliğinden ne ölçüde bahsedebiliriz bilemiyorum. Her geçen gün daha da derinleşen gelir adaletsizliği bu yeni kent anlayışının sonucunu besleyebilecek kapasitede olmayacak.

Diğer yandan yine önümüzdeki dönemde, insansızlaştırılmış bu yeni ucube kent anlayışının gelir adaletsizliğinin sembolü olacağını göreceğiz. Her unsuru fiyatlanan kent olanaklarının gelir dağılımının alt basamaklarında yer tutan geniş kesimler için erişilmesi mümkün olmayan değerler haline gelmesi, büyük sosyal anlaşmazlıkların yaşanmasına da gebedir.