Dün yayınlanan IPCC “Climate Change 2021: The Physical Science Basis” (İklim Değişikliği 2021: Bilimsel Temelli Maddi Durum) raporu insanlık için “kırmızı alarm” niteliğinde. İklim değişikliğinde geldiğimiz nokta, yapılan tüm çalışmalara rağmen son derece kritik bir yer.

Dün dünya kamuoyuna duyurulan dört bin sayfalık IPCC: The Intergovernmental Panel on Climate Change (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporu iklim değişikliğinde geldiğimiz noktayı gözler önüne seriyor. Son yetmiş yıldır, 1950’den beri yapılan küresel ölçekte ölçümlerin karşılaştırmasına göre özellikle son elli yılda yaşanan ısınma, insanlık tarihinde görülmemiş bir ölçüde.

Raporda iklim konusunda yapılmış çok sayıda araştırmaya ve bunların sonuçlarında elde edilen verilere yer veriliyor. Küresel bir suç mahalinin ipuçları raporda detaylı bir şekilde sunuluyor. Yine raporda yer alan grafik anlatımlar, felaketin boyutlarını  da ortaya koyuyor. Takip eden grafiklerde özellikle WCE, MED ve WCA kısaltmaları ile verilen bölgeler bizi yakında ilgilendiriyor. WCE: Western and Central Europe (Batı ve Orta Avrupa), MED: Mediterranean (Akdeniz) ve WCA: West Central Asia (Batı Orta Asya) bölgelerinde sıradışı sıcaklık artışı ve bu artıştaki insan etkisinin yoğunluğu dikkat çekici.

İkinci bir grafikte ise bu ısınmanın tarımsal ve ekolojik alanlarda yaşanan kuraklığa olan etkisinin yansıması yer alıyor. Yine haritanın ortasında yer alan WCE, MED ve WCA bölgelerinin en yüksek oranda etkilenen ülkeleri kapsadığı görülüyor. 

Artan sıcaklık ve buna bağlı kuraklık, WCE, MED ve WCA bölgelerinin kavrulmasına neden oluyor. Tarımsal üretim alanlarının daraldığı, kendine yeterlilik oranlarının düştüğü bir bölgenin tam ortasındayız.

Türkiye 16 Temmuz’da TC Ticaret Bakanlığı’nın yayınladığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı 2021 ile çeşitli önlemler almak yönünde ilerleme kaydettiğini gösterse de enerji üretiminde hala çok ciddi mesafe katetmemiz gerektiği açık. Aralık 2020 itibarı ile Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 57,6’sı fosil yakıtlardan sağlanmaktadır. Buna karasal ulaşımda harcadığımız enerji dahil değil. Enerjimizin yüzde 25,6’sı HES kaynaklı iken YEK oranımız ise ancak yüzde 16,8 seviyesinde.

Türkiye’nin Eylem Planı her ne kadar umut verici taahhütler ve veriler içerse de enerji üretim resmimiz hala çok sıkıntılı. 2020 ve 21 Ocak-Mayıs dönemi karşılaştırmalarınagöre fosi yakıt kullanımımız ciddi şekilde artmış durumda. YEK’de ilerleme olmasına karşılık enerji ihtiyacımızın karşılanmasında oransal olarak büyük yer tutan HES üretimlerindeki gerileme emisyon azaltım heeflerimizi büyük ölçüde sekteye uğratıyor. Enerji Atlası’nın verilerini içeren aşağıdaki tablo bu resmi net olarak gözler önüne sermektedir.

Kapitalizm, küresel ölçekte yayılımı sırasında hem ekonomik hem de karbon emisyonu açısında büyük bir dengesizlik ortamı yarattı. Bugün Paris Anlaşmasını imzalamış olan 190 ülke var. İmzacı ilk onbeş ülkenin küresel emisyona katkısı ise yüzde 70’in üzerinde. Küresel emisyonun %52’sini beş ülke (Çin, ABD, Rusya, Hindistan ve Japonya) üretiyor. İlk onbeşin içinde Almanya, Kanada, İngiltere ve Fransa bulunuyor. Bu arada bu onbeş ülkenin küresel yatırımlarının, başka ülkelerde ürettiği emisyonların bu ülkelerin hanesine yazılmadığını hatırlatmakta yarar var. Gelin Paris Anlaşması’na biraz daha detaylı bakalım.

Öncelikle karbon hedefleri oldukça yetersiz olan bir anlaşmadan bahsediyoruz. Ama bir şey yapmış olmak gerekir değil mi? Peki o zaman hep birlikte buna sevinelim. Sevindik mi? Sevincimiz bittiyse devam edelim.

Karbon vergisi ile ilgili olarak da Paris Anlaşması’nın çok yeterli olmadığı açık. Avrupa gibi bazı ortak bölgeler dışında uluslar arası karbon vergilendirmesinde neredeyse hiç mesafe katedilmedi. Herkes Avrupa’ya nasıl karbon sıfır ürün satacağını hesaplıyor, ancak kendi ülkesine giren ürünleri veya kendi ülkesinde enerjinin nasıl üretildiğini sorgulayan yok.

Gelelim yaptırımlara. Yıllarca Paris Anlaşması’nı reddeden ABD acaba nasıl bir yaptırıma uğradı? Yanıt vereyim: Hiç. Kınamayı ve ayıplamayı yaptırımdan sayıyorsanız bir şey diyemem. ABD dünyanın gittiği yönün tam tersine adımlar attı. Ta ki iklimden para kazanmanın ve yeni pazar koşullarını belirlemenin yolunu bulana kadar. O dönem boyunca ABD ile ilişkide olan Avrupa ve Çin dahil tüm ekonomiler, ABD’yi emsal göstererek uygunsuzluklarına devam ettiler. ABD uymuyor ki, ben neden uyayım!

Gelelim Paris Anlaşması’nın sürdürülebilirlik finansmanına verdiği değere. Yani iklim eylemine uygun bir ekonomi yaratmanın faturasını ödeme koşullarına. Anlaşmaya göre artık herkes, bu yatırımları finanse etmekte yalnızlaşmış durumda. Koşullara uyana para var, uymayana yok. Ancak Paris’e gelene kadar küresel ekonomide yaşanmış olan ekonomik adaletsizliğin çözümüne değin bir önerme var mı? Elbette olduğunu söyleyecekler çıkacaktır. Ancak yaşadığımız gerçekliğe baktığımızda olumsuz koşullara mahkum edilmiş ekonomilerin yeni bir fatura ile karşılaştığını görüyoruz.

Paris Anlaşması’nın son kusuru ise, küresel ölçekte kendi itibarına yönelik olarak yaptığı iletişim. Bugün dünyanın birçok yerinde yaşayanlar Paris Anlaşması’nın aya attığımız adımdan daha büyük bir insanlık adımı ve imzalanmasının ise kurtuluşumuz olduğuna inanıyor. Belki de dünyanın en büyük illüzyonu. İmzayı atanlar iyiler, atmayanlar ise kötüler. Fakat imzayı atan ülkelerin, küresel emisyonun halen yarısından çoğundan sorumlu olduğuna bakan kimse yok.

IPCC raporunun felaket resmi ortada. Raporda yer alan en iyi senaryoya göre 1.5 derece sınırını 2034 yılında aşma ihtimalimiz yüksek. Bu raporun kötü haberi. Ancak raporda bir de iyi haber var. Bugüne dek iklim konusunda yapılan bilimsel araştırmaların ortak tahmini insanlığın alacağı önlemlerin zaten başlamış olan yıkımı durdurmaya yeterli olamayacağı yönünde idi. Yapılan yeni çalışmalar ise 1.5 derece hedefinin yakalanması halinde doğanın toparlanmayı başaracağı ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini atlatacağı yönünde. Bu bizim insanlık olarak belki de son şansımız.

Kimsenin, ama hiç kimsenin, sözde nitelikli ürünler ve hizmetler yalanı ile, insanların küresel iklim mücadelesine katkıda bulunmasını sağlayacak maddi olanaklarını çalarak milyarder olmasına izin verme hakkımız yok. Kimseyi, ama kimseyi, insanlığın geleceğine zerre kadar fayda sağlamayan egoist başarıları nedeniyle alkışlamaya hakkımız yok. Hiçbir siyasetçiyi, ama hiç birisini, zekasızca ve vicdansızca bu çarpık kapitalizme koruyuculuk yapıyorsa seçme hakkımız da yok.

Bunu değiştirme şansımız var mı? Yanıt evet. Ancak bu başarı için topyekün bir değişim kararlılığı gerekiyor. Bu değişimin olup olmadığını takip etmek ise çok kolay. Hergün yaşadığınız günün bir öncekinden ne kadar farklı olduğuna bakın. Eğer sizin bireysel ulaşımınızda, giyiminizde, mutfak alışverişinizde bir değişiklik yok ise; eğer işyerinde hala aynı üretim koşulları, pazarlama ve satış hedefleri, aynı vurdumduymazlık devam ediyorsa, bilin ki 2034’de 1.5 dereceyi geçmiş olacağımız kesin. Değişin artık ve değiştirin!