BUGÜN : DEĞİŞMEK İSTİYORUZ

Bugünlerde hemen her iletişim kanalında değişim ifadesi ve değişme talebi ile karşılaşıyoruz. Ekonominin, sağlık sisteminin, çalışma koşullarının, sosyal güvenlik ve adalet sisteminin değişmesinden bahsediyoruz. Toplum ve birey olarak da değişmemiz gerektiğinden bahsediyoruz.

Bir de herşeyin değişeceğinden bahsediyoruz. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağından. Beklentimiz büyük; ekonomi, sistem, sosyal yapı ve insanlar değişecek. Peki bu değişim talebinden ve değişim inancından kimlerin haberi var?

Her gün hastanelerde Covid-19 ile boğuşan sağlık çalışanlarının, markete gidip alabildiğimiz domatesi yetiştiren çiftçinin, o markette çalışan personelin, evde yaktığımız elektiriği üreten enerji sektörü çalışanlarının, şehrin bütün temizlik ve ulaştırma faaliyetlerini kesintisiz devam ettiren belediye emekçilerinin, internet siparişlerimizi zamanında kapımıza getiren lojistik çalışanlarının, itfaiyecilerin, güvenlik görevlilerinin ve daha nicelerinin bu değişimden haberi var mı? Ya da böyle bir değişimi talep edecek zamanları?

Peki değişmeyecek miyiz? Elbette değişeceğiz. Değişiyoruz da. Öncelikle gezegenin kendisini, iklim sorununu, sosyal adaletsizlikleri, ekonomik çarpıklıkları önemseyen çok önemli bir insan topluluğu değişimi zaten başlatmıştı. Henüz 15 yaşında küçücük bir ortaokul öğrencisi kızdan, akademideki profesöre, kimya fabrikasındaki işçiden, teknoloji devi şirket sahibine kadar birçok insan değişmemiz gerektiğine inanmıştı ve bu kaçınılmaz değişim için çalışıyordu.

DÜN : NEDEN DEĞİŞEMEDİK

Yaklaşık 60 milyon asker ve sivilin ölümüne neden olan II. Dünya Savaşı sonrasında 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler, öncelikle uluslar arası barış ve güvenlik ortamının tesis edilmesini amaçlamıştır. Bu ana hedef ve küresel çapta sağlıklı bir insani gelişim için uluslar arası uyumlu bir işbirliği ortamının yaratılması ile doğal ve kültürel değerlerimizin korunması da BM’in amaçları arasındadır.

Bu çerçevede, BM’in insani yerleşimlere yönelik ilk ciddi çalışması da 1976 yılında Kanada’nın Vancouver şehrinde yapılan Habitat-I konferansıdır. Günümüzden 44 yıl önce yapılan konferansın son derece detaylı kapanış bildirgesi, yaşanan tüm sorunların yeni bir uluslar arası ekonomik önerme ile aşılması gerektiğinden bahsetmektedir.

BM Vancouver Deklarasyonu, ilk yayınlandığında heyecan yaratmakla birlikte, takip eden 80’li 90’lı yılların pazar ekonomisinin zirveye ulaştığı, teknolojinin ivme kazandığı bir dönemde yavaşça unutuldu. Binyılın başına geldiğimizde aynı BM tarafından yayınlanan ve 8 başlıktan oluşan Binyıl Kalkınma Hedefleri’nde ise Vancouver’ın heyecanını bulmak pek mümkün değildi. Daha sonra 11 Eylül 2001 ile başlayan savaş ortamı ise dünyayı 2008 krizine sürükledi. BM bu sefer 2014 yılında Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini yayınlayarak neredeyse Vancouver Deklerasyonu’nu yeniden gündeme getirdi. Ancak dünya çok değerli 40 yılını, ne kendisi ne de gezegen için hiçbir iyileştirme yapmadan, çoktan kaybetmişti bile.

YARIN : NELER DEĞİŞECEK

Covid-19’un yaşamsal riskinin devam ettiği günümüz koşullarında, yarını tahmin etmek elbette ki çok güç. Ancak, Corona’nın insan varlığı üzerindeki bu yaygın ve gözler önündeki tehtidi zaten bundan daha büyük bir riskle burun buruna olduğumuz gerçeğini de değiştirmiyor. İklim sorunu, halen insanlığın varlığını sürdürmesinin önündeki en büyük engel. Daha bugünden, birçok siyaset, bilim ve ekonomi insanı Covid-19 ile iklim değişikliği sorunu arasındaki ilişkiden bahseden açıklamalar yapmaya başladılar.

Peki önümüzde bizi nasıl bir süreç bekliyor ve ne yapmalıyız? (1) Planlamaları, takvim yılına göre değil, küresel hedeflerin takvimine göre yapmak daha uygun olacaktır. (2) Covid-19’un sert etkisi azaldıktan sonra, bir süre zahiri bir normalleşme yaşanacaktır. (3) İnsanların beklediği “büyük değişim beklentisi geçene kadar” klasik süreç devam edecektir. (4) Herkes eski yaşantısına döndüğünü düşündüğünde “çeşitli değişiklikler” yaşanacaktır. (5) Sistemin çalışma şeklinde büyük değişiklikler olmadan önce ise, herkes iş yapma biçimini UN, UNDP, UNEP, WEF, WB, EBRD ve WBCSD şablonlarına daha uyumlu hale getirmek zorunda kalacaktır. (6) Başta hizmet sektörü olmak üzere birçok sektördeki işletmeler daha küçük, 1-10 kişilik yapılardan oluşacaktır. (7) Buna karşılık küresel ölçekte çok büyük şirketler olacak, büyük-orta ölçekli işletme sayısı azalacak, küçük-orta ölçekli işletme sayısı ise artacaktır. (8) Bütçeler küçülecek, “insanlar iş sahibi de olsa çalışan maaşları seviyesinde” bir gelire sahip olacaktır.

Buna şimdilik, en mümkün senaryo olarak bakmak uygun olur. Ancak, alternatif senaryoları ve neden bu senaryoların mümkün olabileceğini önümüzdeki hafta aktarmaya devam edeceğiz.