Bu haftaki konuk yazarımız Nurdan Erdal. Bir Ürdün seyahati yapacağım aklıma hiç gelmezdi. Seyahat tutkunu olan değerli eşimin sürpriziyle Ürdün’ün Kızıldeniz kıyısındaki turistik şehri olan Akabe’ye çok sevdiğim Dr: Gönül Erdal dağıstanlı ve değerli eşi Mustafa Kemal Dağıstanlı ile Ürdün’e Türk Hava Yolları ile uçtuk.

Her seyahat bir deneyim. Tüm seyahatlerimden hep mutlu dönerim ama bazılarında bu mutluluğum çok fazla oluyor. Bu da onlardan birisiydi. Üç gece dört gün içinde birbirinden farklı deneyim yaşadık.
Kızıldeniz de yüzmek. Hicaz demiryolu Ürdün hattını görmek, Petra antik kentinde 2.000 yıl öncesine dönmek, Wadi Rum’da birbirinden farklı oluşmuş kayalar, çölde safari yapmak, deveye binmek , Mars yüzeyini anımsatan Bedevi çadırı şeklinde bir otelde konaklamak...

AKABE

Akabe Ürdün’ün Kızıldeniz kıyısında bulunan en önemli liman şehri. Kızıldeniz kendi adıyla anılan körfezinin bitiminde yer alan Ürdün şehri İsrail’in Elyat şehri hemen doğusunda yer alıyor. İsrail’den sonra Mısır toprakları derken bir değil üç ülkeye birden bakabildiğimiz yerde olmak çok ayrı bir keyifti. Coğrafi açıdan baktığımızda şehrin dışındaki çöle tezat yılın hemen hemen her zamanı denize girilebilir olması, büyük bir şans olsa gerek.

Sokakları bir Ortadoğu şehrinde olduğumuzu fazlasıyla hissettirdi. Akabe’de geleneksel kıyafetlerini giyen yerli halkı sık sık görüyorsunuz. Onlara birşeyler soracakken söze “selamın aleyküm” diye başladığınızda size çok sevgiyle yaklaşıyorlar.

Gece yaşamı gündüze göre daha çok haraketli. Daha sonra yolumuz şehrin kuzeyindeki tarihi olarak önemli bir geçit olan Wadi Rum’a yolumuz devam ediyor.

Wadi Rum’a varmadan yolumuzun üzerindeki 2. Abdülhamid zamanında 1900 ile 1908 yılları arasında Şam-Medine arasında inşa ettirdiği, Osmanlı imparatorluğunun İstanbul’dan başlayan hac yolcularının yolunu kısaltmayı amaçlayan Hicaz Demir Yolu Ürdün Hattı’nı ziyaret ettiğimizde sanki unuttuğumuz şehirleri, iklimleri, coğrafyaları ve yaşamları bize adeta hatırlatıyordu.

WADİ RUM

Ürdün seyahatimizin en etkileyici kısımlarından birisi bence Wadi Rum’du. Hem çöl olması hem de büyük aşınmalarla meydana gelmiş oldukça ilginç ve bir o kadar büyüleyici şekillerle oluşmuş kayalık dağların var olması ve o devasal kayaların arasından süzülen güneşin yansımasına göre renk değiştiren çöl kumları çok etkileyiciydi.

Bu toprakları ister deveyle ister ciple safari yapın sahip olduğu 12.000 yıllık eşsiz kültürel zenginliği yanında, etkileyici doğasıyla da benzersiz bir deneyim yaşayacağınıza eminim. Geceyi bedevi çadırı şeklinde günümüze uyarlanmış bir yerde konakladık.

Gece yarısı yıldızlar görülmeye değerdi. Unutmadan 1. dünya savaşı sırasında İngilizler tarafından Arap Yarımadasına Araplari Osmanlilara karşı kışkırtmak, ayaklandirmak icin gönderilmiş casus olarak bilinen Arap isyanı esnasında, 1917 ve 1918 yıllarında İngiliz subayı Arabistanlı Lawrance’ın bir süre burada yaşamış olmasıyla da bilinir. Tabi Tarihi topraklarda yürümek bambaşka bir duyguydu. Kendimizi bu topraklarda çekilen “Lawrence of Arabia” film setinde gibi hissettik.