Geçtiğimiz hafta sonuna damgasını vuran konulardan biri de WhatsApp’ın yeni kullanıcı sözleşmesi oldu. Bu yeni sözleşme, kullanıcılarda tabiri caizse infial yarattı ve farklı uygulamalara bir kavimler göçüne neden oldu. Peki WhatsApp çok beklenmedik bir şey mi yaptı?

BUGÜN : BEDAVA ÜRÜNLER NE KADAR BEDAVA

Facebook ve WhatsApp, kullanıcıdan para istemeyen uygulamalar. Gerçekten öyle mi? Bugün iki milyarı aşan kullanıcıları ile Facebook ve WhatsApp dünyanın en değerli uygulamaları. Facebook 450 milyar doları aşan piyasa değeri ile başı çekiyor. Dolayısı ile bu ürünlerin kullanıcılarından para almıyor olması, onlardan para kazanmadığı anlamına gelmiyor. Aslında bu milyarlarca kullanıcıya, milyarlarca “içerik üreticisi çalışan” desek daha doğru olur. Hepimiz kendi işlerimize ek olarak, bu sosyal medya platformlarının sahipleri için de çalışıyoruz.

Bu ücretsiz platformun vaadi nedir? Facebook hala ilk kayıt sırasında “Facebook, hayatınızdaki insanlarla bağlantı kurmanıza ve hayatı paylaşmanıza yardımcı olur” diyor. Hayatı paylaşmak. Burada hayat derken neyi kastettiğimize, nesini, kiminle paylaştığımıza ve bunu neden Facebook üzerinden yaptığımıza girmeyeceğim. Bu tamamen ayrı bir yazının konusu.

Bizi ilgilendiren, bu uygulamaların “bedavacılar”ı olarak etiketlenmiş olmak. Facebook’un bedavacı kullanıcıları olarak, neyin bedelini ödemek zorunda bırakılmış olduğumuz asıl konumuz. Kapitalizmin en sevdiği ve aslında ayakta kalmasını sağlayan şey, emeğin üretiminden yabancılaşmasını sağlamaktır.

Çalıştığımız bütün işlerde, emeğimizden yabancılaşarak, bunun bizim üretimimiz olmadığına inandırılırız. Bir fabrikada veya bir bankada ürettiğimiz mal veya hizmet bize ait değildir, çalıştığımız yere aittir. Bugün aynı şekilde, sosyal medyadaki üretimimiz, fikrimiz de bizim olmaktan çıkıyor. Tüm üretimimiz bedava bir kullanım olarak etiketleniyor. Yani içerik bizim değil, içeriği paylaştığımız yerin.

DÜN : TEMEL KONUMUZ YABANCILAŞMA

Bugüne dek yabancılaşmanın ağırlıklı olarak iki boyutu tartışılmıştır. Birinci yabancılaşma, insanın doğaya yabancılaşmasıdır. İnsan öncelikle, kendisine kültürel ve sosyal alanda yeni bir doğa kurarak, gerçek doğadan yabancılaşır. Bugün, bu ilk yabancılaşmanın yıkıcı etkilerini ağır olarak yaşıyoruz. Doğa ile yeniden barışmak için büyük bir çaba gösteriyoruz; tek tek insan olarak ve sosyal alanda, doğayı düşmanımız değil varoluşumuzun nedeni olarak yeniden tanımlamaya çalışıyoruz.

İkinci yabancılaşma ise, insanın kendi emeğine ve ilişkilerine değin yabancılaşmadır. Böylelikle insan, üretiminden ve dolayısı ile en değerli sahipliği olan uğraşısı sırasında harcadığı emeğinden yabancılaşmaktadır. Bu durum elbette ki hakim pazar sistemi olarak kapitalizmin varoluşunun da temelini oluşturmaktadır.

Ancak, hakim sistem özellikle son elli yılda ciddi bir değişim yaşadı. Bu değişim, sistem için mal ve hizmet üretiminin yeterli olmadığı bir döneme girmemize neden oldu. Artık insanın kendisinin ve geleceğinin de bir üretim bileşeni haline gelmesi gerekiyor. Sekiz saatlik emek alış verişi mevcut sistemin ayakta kalması için yeterli bir artı değer üretmekte yetersiz kaldığı için, insanın bu mesainin dışında kalan varoluşunu da pazara sunması gerekli hale geldi. Bunun için ise, üçüncü bir yabancılaşma talebi kaçınılmaz oldu.

Üçüncü yabancılaşma, insanın tamamen kişiliğine yabancılaşma olarak bize diretilmektedir. Kendi fikrimize, sesimize ve görüntümüze yabancılaşmamız gerekiyor artık. Bu nedenle WhatsApp’ın kullanıcı sözleşmesi naif bir sözleşme değil, aslında ve kesinlikle yepyeni bir ekonomik toplum sözleşmesinin ete kemiğe bürünmüş hali. Ne diyor WhatsApp? Sözün, sesin ve görüntün artık senin değil diyor. Pazara, yani bana sunduğun ve istekli olarak yabancılaşman gereken bir ürün. Yani sen, yaşamın, hayallerin ve geleceğin sana ait olmayan ama ekonomik değeri olan bir üründür. Buna yabancılaşmalısın. Yoksa? Yoksa bu pazarın ürünlerini artık kullanamazsın. Bedava Facebook ve WhatsApp’ın bu bedavaya karşılık faturası belli. Kişiliğimiz.

YARIN : SENİ EVLİYA SANDIK

Sosyal medya özgürlüklerin adresi oldu hepimiz için. Sözümüzü söylemenin ve başkaları ile paylaşmanın özgürlük alanı. Ancak, zaman geçtikçe sosyal medyanın çok da geniş bir özgürlük alanı olmadığı da ortaya çıktı. Bu yeni medyanın patronlarının, bölgesel politikalarına göre özgürlüğün sınırlarını belirlediklerine, esasen fişin de kendi ellerinde olduğunu duraksız şekilde hatırlattıklarına şahit olduk, oluyoruz.

Elbette ki bütün bir sosyal medyayı suçlayarak, bundan kurtulmamız gerektiği gibi bir noktaya getirmeyeceğim sözü. Ancak, gerek kendimizin gerekse de başkalarının paylaşımlarındaki içeriği özgür kılmak ve özgürlüğünü korumak çabası yine bizim sorumluluğumuzda. Diğer yandan, kişiliğimizi korumak ve emeğimiz ile ürettiğimiz içeriklerimizin de bir pazar ürünü olmadığını anlatmak sorumluluğunu da taşımamız gerekiyor. Sanılandan daha büyük bir yük ve hafife alınmayacak denli kritik bir mücadele bu.

Geleceğimizi ancak ve ancak aklımızı paylaşarak ve sözümüzü çoğaltarak koruyabiliriz. Birinci yabancılaşmayı geri döndürmeye çalıştığımız ve ikinci yabancılaşmayla mücadele ettiğimiz bu günlerde, üçüncü yabancılaşmanın batağına saplanmadan, kendimiz olmaktan vazgeçmeden ve kişiliğimizi pazarlanabilir, satılabilir bir ürün haline getirmeden eyleme geçmeliyiz. Nedir bu eylem? Hakim sosyal medya unsurları ne kolumuz ne de bacağımızdır, vaz geçebiliriz.

Değeri yaratan bizleriz ve bu yarattığımız değeri korumak ile mükellef olanlar da yine biz. Teknolojik emperyalizm ve dijital kapitülasyonlar ile mücadele etmemiz gerektiğini unutmamalıyız. Birileri söyledi diye değil, biz öyle istediğimiz için.

Yazıyı, Ferhan Şensoy’un “Şahları da Vururlar” oyunundan bir şarkının son sözleri ile “...umudumuz Musaddık /seni evliya sandık /Acemliğin kaderi bu, meğer gene aldandık...” dememek üzere, şimdilik bitirelim.