Yaklaşık olarak 60 yıl öncesinde, 1950’li yıllarda İstanbul’dayız. Bire bir yaşanmış olan hikayemiz bir belediye otobüsünde geçer. Otobüs tam Eminönü durağına gelmiş ve kapılarını açacakken bir kadının “Sakın kapıları açma, cüzdanım çalındı, otobüste hırsız var” şeklinde canhıraş sesi duyulur.  

Kadın ısrarcıdır ve bağırmaya devam eder. Bunun üzerine şoför kapıları açmaz ve yerinden kalkarak kadına “otobüste çalındığına emin misin? Çantanı kontrol et!” der. Kadın “biraz önce biletimi almak için cüzdanımı çıkarmıştım, daha sonra yerine koydum ama şimdi yok” diye yanıt verir. Şoför bunun üzerine hiddetlenerek “kimse kıpırdamasın herkesin üzerini arayacağım” der.

Şoför önden biletçi arkadan başlayarak yolcuları tek tek aramaya başlarlar. Herkes aranmış yalnız bir kişi kalmıştır. Henüz aranmayan yolcu binbaşı rütbesinde resmi üniformalı bir kara subayıdır. Üzerinde de haki renkli kalın paltosu vardır. Şoför “Binbaşımı aramaya lüzum yok, bir Türk subayını hırsızlık şüphesi ile asla aramam, cüzdanın bulunamadı” diyerek kapıları açmak için yerine doğru yönelir. 

Yankesiciyim ama vicdansız değil!

Tam bu sırada Binbaşının kendinden emin davudi sesi duyulur; “Beni de arayacaksınız, töhmet altında kalmak istemiyorum.” Şoför aramak istemez ama Binbaşının ısrarı karşısında mecbur kalır. Tam elini Binbaşının paltosunun cebine sokarken “hayır arama, ben çaldım!” diyen biraz hırpani giyimli bir adam çıkar. Ve adam “cüzdanını çaldığım kadın bağırınca korktum, aranabileceğimi düşünerek cüzdanı aranmayacağını bildiğim hemen yanımda bulunan Binbaşının kalın paltosunun cebine bıraktım. Fakat bir Türk subayının hırsızlıktan suçlanmasına gönlüm razı değil. Yankesiciyim, hırsızım ama vicdansız değil!” diyerek başını önüne eğer.

Geçtiğimiz çarşamba Anayasa Mahkemesi’nin İstanbul Askeri Casusluk Davası’nda sanıkların haklarının ihlal edildiğine ilişkin kararının ardından Anadolu Adliyesi 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşması yapıldı. Biz de müşteki (şikayetçi) sıfatıyla mahkemeye çağrıldık. Bu dava daha önce 2011’de Beşiktaş’ta Özel Yetkili Mahkemelerde görülmüştü. O zaman söylediğimizi aynen şimdi de söyledik. 

“Ben sanıklardan şikayetçi değilim. Aralarında silah arkadaşlarımın ve öğrencilerimin olduğu bu subaylardan değil, onlara kumpası kuranlardan şikayetçiyim” dedik. Ayrıca kumpası kuran ve askerlerimizi arkadan hançerleyenlerin Cemaatin yargıda, poliste ve TSK’da bulunan uzantılarının olduğunu ifade ettik ve mahkeme zaptına geçirttik. Bu gün en yetkili ağızlardan söylenen bu yadsınamaz gerçekleri biz kimsenin cesaret edemediği ve Cemaat operasyonlarının birbirini kovaladığı o zaman da söylemiştik.

Nereye hizmet?

Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi gayri hukuki operasyonel davalar emperyalizmin Türkiye’ye ve bölgeye yönelik projelerini gerçekleştirmek ve onun taşeronu AKP’nin önünü açmak için yapıldı. Bugün bölünme, parçalanma, iç savaş ve Ortaçağ karanlığı rotasında tam gaz gidiyor olmamızı bu davalara borçluyuz.

Cemaatin her seviyede ve her alanda tetikçileri vasıtası ile yaratılan dijital terör unsuru sahte delillerle, çalınmış gizli belgelerle, ayarlanmış polis, yargıç ve savcılarla TSK kafeslendi ve nitelikli askerlerimiz içeri atıldı. Kaybolan yıllar, yitirilen yaşamlar, yok olan meslek aşkı ve bağlılığı. Esas kumpas bu insanlar üzerinden ülkemize, geleceğimize, huzurumuza ve güvenliğimize kuruldu. Ne adına? Devleti ele geçirme adına! Kimin için? Emperyalizmin çıkarları için. Sanırım “hizmet” bunun adı!

Bunların yatacak yeri yok! Bunlar; demokrasiden, ifade özgürlüğünden, hukuktan, insanlıktan, ahlaktan, çağdaşlıktan, dinden, imandan, şereften ve namustan bahsedebilecek en son insanlar. Bunlarda Binbaşının cebine çaldığı cüzdanı koyan ama yüreği el vermeyen yankesicinin bile vicdanı yok.

İşte bu nedenle, bunları affetmem, affedeni hiç affetmem!

Saygılar sunarım.