The people who are dying are essentially all over 80” (esasen ölen insanlar 80’in üzerinde)… Devam eden mesajlarda Johnson, ülkede seksen yaşın üzerinde üç milyon insan olduğunu ve tam kapanmaya gitmeye gerek olmadığını söylüyor. İngiltere Eski baş danışman Dominic Cummings’in Başbakan’ın kendisine attığını iddia ettiği mesajlar bunlar.

BUGÜN : YAŞASAM MI, ÖLSEM Mİ?

Mart ayında yayınlanan bir araştırmaya göre Covid-19’un İngiltere ekonomisine toplam faturası 251 Milyar Pound olarak açıklandı. Dünyanın birçok ekonomisinde olduğu gibi Covid-19 İngiltere ekonomisini de etkiledi. Covid-19’un İngiltere için son üç yüz yılın en büyük ekonomik yıkımı olduğu söyleniyor. Birleşik Krallık Hükümeti’nin hesaplamasına göre kamu borçlanması anlamında Covid-19’un 2020/21 faturasının 317,4 milyar Pound olacağı tahmin ediliyor.

Güney İngiltere’nin bir yıllık, İskoçyanın ise yaklaşık iki yıllık gelirine karşılık gelen bu fatura ile karşılaşan Hükümet’in öncelikleri de bir anda değişiklik gösterebiliyor. Hafta içinde parlementoda karşılıklı atışan Keir Starmer ile Boris Johnson birbirlerine üç kelimelik sloganlarını aktardılar. Starmer Johnson’a “get a grip” (dizginleri ele al) derken Johnson ise Starmer’e  “get a jab” (aşı ol) diyerek karşılık verdi. Johnson sloganını uzatarak “We’re turning jabs, jabs, jabs into jobs, jobs, jobs” diyerek, aşılamayı işe çevirdiğini aktardı. Johnson için neyin önemli olduğunu anlamak zor değil.

Küresel ölçekte neredeyse bütün politikacılar halklarına “elini yıka, mesafeni koru, aşını ol, işini yap” uyarılarında bulunurlarken, koruyucusu oldukları kapitalistlere dönüp “fırsatçılık yapmayın, biraz paylaşımcı olun” demek akıllarına gelmiyor. Akıllarına gelse de işlerine gelmiyor. Her gün açıklanan birbirinden farklı ve tutarsız açıklamalar ve önlemler ile halkalrın kafasını karıştırmak, dikkatleri dağıtmak ise politikacıların en çok kullandığı iletişim yöntemi. Aslında odaklanılan ise koşullar ne kadar güvensiz olursa olsun, herkesin işinin başında olması, çalışması ve sermayeye hizmet etmesi. Çalışamayacak yaşta olanlar için ise yapacak bir şey yok. Onların gözden çıkartılmasında bir sakınca yok. Sonuç olarak halklara söylenen şu oldu; ya kapitalizm için çalışacaksın ya da gönül rahatlığı ile ölebilirsin.

Günün sonunda Covid-19 faturasını dünyanın her yerinde halklar hem de büyük bir eşitsizlik ile ödemek zorunda kalıyor. Pandeminin başından bugüne gelir adaletsizliği daha önce hiç görülmediği şekilde yükselmiş, yüzde bir ile doksan dokuz arasındaki uçurum aşılamaz hale gelmiştir.

DÜN : EKMEĞİN KADAR KONUŞ!

Modern politik söylemin tarihi ayrımcılık ve aşağılama örnekleriyle dolu. Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında, yetmişli yıllara damgasını vuran üçüncü sanayi devrimi ile birlikte, genel politika eskinin kaba sınıflamalarının yerine incelikli bir ayrımcılığı işlemek yönünde oldu.

Yeni ekonomik sistem kimsenin eşit olmamasını ancak kendisini eşit gibi hissetmesini istiyordu. Üretirken ve temsil ederken eşitsiz, buna karşılık tüketirken ve temsilci seçerken eşit gibi görünen bir dünyaya ihtiyaç vardı. Bu yeni dünyada isteyen herkes ekmek yiyebiliyordu, ancak bu bir somun ekmeğin fiyatı bile 10 Euro Cent ile 1.500 Euro arasında değişebiliyordu. Aslında herkes sofrasındaki ekmekten başlayarak hangi eşitlik grubunda olduğunu farkedebilirdi. Ancak politikanın en güçlü aracı olan eğitim ile bu eşitsizliğin ne kadar da doğal olduğunu masallarından başlayarak herkese anlatıyor ve belletiyordu. Sanki en zengin devlet oldukça bu eşitsizliğin bir önemi de yok gibi duruyordu.

İnsanlığın önemli bir kesimi bu eşitsizliğe her zaman karşı çıktıysa da kapitalist dünyada eşit olduğunu zannedenler için 2008 küresel krizi bir dönüm noktası oldu diyebiliriz. Özellikle 2011 yılına damgasını vuran Occupy Wall Street hareketi yüzde doksan dokuzun küresel ölçekte duyulmasına olanak sağladı. Bu tarihten itibaren eşitsizlikler ve ayrımcılıklar daha geniş halk kesimleri tarafından fark edilir ve eleştirilir oldu. Gelir dağılımındaki eşitsizlik ile birlikte incelikli bir şekilde işlenmiş olan diğer eşitsizlikler de daha geniş bir katılım ile tekrar tartışılmaya başlandı. Cinsiyetçilik, yaşçılık, ırkçılık, milliyetçilik, dincilik gibi temelleri olan kaba ayrımcılıklar incelendikçe bu görünenlerin altında sayısız ayrımcılıkların olduğu anlaşılıyordu.

Artık herkesin bildiği bir gerçek olarak, pandemi halkalrın kendi içindeki eşitsizlik kadar küresel ölçekte halklar arasında var olan derin eşitsizliği de ortaya çıkardı. Bizler bu eşitsizlik ile nasıl başa çıkabileceğimizi düşünürken, var olan eşitsizliğin sistem tarafından kalıcı bir ayrımcılığa dönmüştürülmesini de endişe ile izler hale geldik. İnsanca çalışma hakkı olanlar ile olmayanlar, barış ve huzura kavuşacaklar ile savaşta yaşamaya mahkum olacaklar, uzaya çıkacaklar ile afetlere teslim olacaklar, aşı olanlar ile olmayanlar ve son olarak yaşama hakkı olanlar ile olmayanlar. 

YARIN : POLİTİKANIN TARAFI…

Hijyen ve aşı uyarıları ile her dakika medyada yer alan siyasetçiler, her ne kadar halkalrını korumak yönünde çalışıyor gibi görünse de, kendi aralarında tüm ayrımcılıkları ve eşitsizlikleri eğlenceli konuşmalarına malzeme olarak kullanıyorlar. Sağlık sistemini güçlendirme ve hizmetleri yaygınlaştırma yönelik yalan açıklamaları, sanki dün ortaya çıkmış gibi iklim sorununu önemseyen samimiyetsiz söylevleri ve daha da yüz kızartıcı şekilde eşitlikçilik palavraları...

Tüm insanlık tarihi boyunca siyaset hiç bu kadar kişiliksiz, fikirsiz ve zekasız bir o denli ahlaksız ve hayâsız olmamıştı. Daha da felaketi ise siyasetin insanın kanını donduracak ölçüdeki fütursuzluğu. İşte bu sonuncusu gerçekten siyasete ve siyasetçiye değin tüm umutları yok eder mahiyette.

Bize düşen ise, şu anda dünyanın en niteliksiz mesleğini icra eden siyasetçileri, sanki insanlığın kurtarıcısı onlar olacakmış gibi kutsamak yerine, birbirimize karşı olan saygımızı korumak ve bu saygıya insanlık sevgimizi de ekleyerek, birlikte güzel bir yarın için neler yapabileceğimizi medeni şekilde tartışmak ve sonuç alıcı şekilde harekete geçmek. Hepimizin ekmeğine ve hepimizin yaşamına sahip çıkarak...