Kısaca XR yani “Extinction Rebellion” (Tükenişe İsyan) hareketi, kitlesel yok oluşu durdurmak ve sosyal çöküş riskini en aza indirmek amacıyla şiddet içermeyen, bunun için sivil itaatsizliği kullanan uluslararası bir harekettir. Geçtiğimiz hafta sonu hareket İngiltere’deki eylemi ile bütün bir haftaya damgasını vurdu.

BUGÜN : CUMARTESİ NE OKUMAK İSTERSİNİZ

Geçtiğimiz hafta sonu Cumartesi günü (05 Eylül 2020) XR hareketinden yüz aktivist, aralarında medya imparatoru Rupert Murdoch’a ait olan The Sun ve The Times ile birlikte Daily Mail, Daily Telegraph ve Evening Standard’ın baskı merkezlerinin yolunu bambu barikatlar ile kapatarak bu gazetelerin dağıtımını engelledi. Yaklaşık 4 milyonluk tiraja sahip bu gazeteler Cumartesi günü İngilizlere ulaşamadı.

Hükümetin bu eyleme tepkisi büyük oldu. Başbakan Boris Johnson özgür basına ve halkın haber alma özgürlüğüne karşı yapılan bu eylemi kabul edilemez olarak yorumladı ve eylemi şiddetle kınadı. Esasen içeriksel ve ilkesel olarak Johnson’ın bu kınama açıklamasını desteklemek gerekiyor. Yani basına yönelik hangi kanattan gelirse gelsin kısıtlayıcı her türlü baskıyı eleştirmek gerekiyor.

Peki basın ve halkın haber alma özgürlüğü sadece dağıtımı engellenerek mi kısıtlanır? Basının önemli bir bölümünün sadece bir medya patronunun elinde olması özgür habercilik için bir kısıtlama değil mi? Ya da aynı basının dünyanın en önemli sorunları bir kenarda dururken – halkın en rahat gazete okuyabileceği gün olan Cumartesi’yi aynı editör odasında anlaşmış gibi – hafif haberler ile geçiştirmesi haber alma özgürlüğünü kısıtlamak değil mi?

İngiltere’de gazetelerin dağıtılamadığı gün, bu gazetelerde yer alan haberlere baktığımızda, kaba tabiriyle dişe dokunan bir habere rastlamakta güçlük çekiyoruz. Buna karşılık, XR hareketinin dikkat çekmeye çalıştığı iklim sorunu ve etkileri gibi bir konudan hiç bahsedilmediğini görüyoruz. Çünkü iklim sorunu, bu soruna neden olan küresel ekonominin aktörleri tarafından ele alınması ve anlaşılması istenmeyen bir konu.

DÜN : ÖZGÜR BASIN ve TEKELLEŞME

Özgür basın özgürlüğünü yitireli aslında çok uzun zaman oldu. Özellikle bugün demokratik olgunluğu ile övünen ülkelerde basının durumu içler acısı. Bu ülkelerin son yirmi yıllık süreçte yaşadıkları gerileme ise çok çarpıcı.

Sınır Tanımayan Gazeteciler tarafından geliştirilen Basın Özgürlüğü Endeksi 180 ülke basınının sıralamasını veriyor. Listeyi hayal edebilmeniz için sıralamaya göre bazı ülkeleri sıralayalım. Birinci sırada Norveç yer alıyor, son sırada ise Kuzey Kore. Listenin 50. sırasında Tonga, 100. sırasında Paraguay, 150. sırasında ise Demokratik Kongo Cumhuriyeti var. İngiltere bu listenin 35. sırasında ve her yıl daha da aşağılara düşüyor. İngiltere 2002’de 21. sırada yer alıyor; yani 18 yıl içinde basın özgürlüğünde 14 sıra birden aşağıya düşmüş durumda. Peki Türkiye basını ne durumda? 2002 yılında 180 ülke arasıda 99. sırada yer alan Türkiye 2020 yılında 154. sırada, tam 55 sıra birden geriliyor. Türkiye basınının hemen üstünde Belarus ve altında ise Ruanda yer alıyor.

Bütün bu ülkelerde yaşanan gerilemede en büyük etken ise tekelleşme. Basında tekelleşme, öncelikle özgür basını korumanın temel prensiplerinin ihlal edilmesi ile başlıyor. Herhangi bir basın organına sahip olmaması gereken sektörlerde faaliyet gösteren kişilerin ve grupların sektöre girmesinin yolunun açılması basını bugün bulunduğu noktaya getirmiştir. Ayrıca, bağımsız küçük basın organlarının hayatta kalmasını sağlayan reklam ağırlıklı gelir kaynaklarının, basın tekelleri ile yoğun ilişkileri olan medya planlama ve satın alma şirketleri ile kamusal kaynakları bu tekellere yönlendiren yönetimlerin etkisi ile daralması da bu tekelleşmeyi hızlandırmıştır. Hepsi birden ise paraya sahip olan uluslar arası özel sektör ve dolayısı ile kapitalizmin güçlü cephesi tarafından beslenmektedir.

YARIN : BASIN NEDEN ÖNEMLİ

Elimizde sosyal medya var, basın özgür olmasa kendine zarar diyenler olabilir. Ancak durum bu kadar basit değil ne yazık ki. Tekelleşmiş basın, özgür basını tek tek ele geçirirken aynı zamanda kamusal güven dediğimiz – esasen artık geçerliliği sorgulanacak – bir unsuru daha çalmış durumda. Dünyada kamuoyunun önemli bir kesimi sosyal medyadaki “paylaşımlardan” çok yazılı ve görsel basında okuduğu “haberlere” güvenmeye eğilimi. Adlandırmadaki fark dahi basın tekellerinin nasıl bir güce sahip olduğunu anlatıyor. Adı paylaşım olan bir bilgiye mi güvenirsiniz yoksa adı haber olan bir bilgiye mi?

Şu anda dünyada öncelikle hakim ekonomik sistem ve onun aktörleri ile yönetimler basının haber adı altındaki paylaşımına hakim olmuş durumda. Bu nedenle basına yönelik her türlü eleştirel yaklaşım ve saldırı da – artık kamuoyu adına denetim kabiliyetini çoktan yitimiş olan – basın özgürlüğüne karşı yapılmış olarak etiketleniyor. Amacınızın ne kadar iyi niyetli olduğunun hiçbir önemi yok. Basını eleştirmek, halkın haber alma özgürlüğüne bir saldırı olarak, hem de basının birinci sırada denetlemesi gereken hükümetler tarafından kınanıyor. Diğer yandan Trump gibi fütursuz liderlerin basını azarladığını, ya da bunu gizlice yapanların ise akreditasyon listelerini diledikleri gibi düzenlediklerini görüyoruz.

Gerçek basın özgürlüğü sağlamak ve korumak halen kamuoyunun elinde. Kamuoyu tüm tiraj sayılarından ve ratinglerden bağımsız olarak okumak ve izlemek istediği basını, yani “gerçek haber”i ayakta tutma gücüne sahip. Reklam geliri ile olmasa bile, satış geliri ve sosyal medya paylaşımları ile erişimini destekleyerek özgür basını yaşatabilir. Sadece sosyal medya ile yetinmeyin, gerçekten özgür basın organlarını destekleyin, satın alın, okuyun, izleyin ve paylaşın. Yarın bu basına hepimizin ihtiyacı olacak.