BioNTech ve Pfizer şirketlerinin Covid-19 için geliştirdiği aşının yüzde 90 düzeyinde koruyucu etkisi olduğunun ortaya çıkması nedeniyle tüm dünya dikkatini ve ilgisini bu iki firmaya çevirdi. Şu ana kadar 1 milyon 200 binden fazla insanın ölümüne neden olan Covid-19'a karşı geliştirilen aşının arkasında Türk kökenli Uğur Şahin ve Özlem Türeci adlarında iki bilim insanının olması ise ülkemizde ister istemez sevinç ve gurur yarattı.

Esasında her iki bilim insanı da Almanya’da büyümüşler, Almanya’da eğitim ve öğrenim görmüşler, Almanya’da tanışıp evlenmişler ve tüm dünyayı sevince boğan aşının bulunmasını sağlayan iki şirketten birincisi olan BioNTech’i Almanya’da beraberce kurmuşlardı. Yani aşıları bulan iki bilim insanı Almanya’nın, Alman sisteminin ve aydınlanmanın ürünüydüler! 

Sorgulayan Bilim Egemen Kafa

Bu iki bilim insanı muhtemelen doğuştan cevherdi ama cevher olmak yetmiyor! Cevher, işlenirse bir kıymet haline geliyor. Örneğin krom cevheri Türkiye’de çoktur. Her yıl Türkiye, 2 milyon ton krom cevheri ihraç ediyor. Sanayileşmiş ülkeler ise aldıkları krom cevherlerini kıymet haline getiriyor, ürünlerini tüm dünyaya ve bize çok yüksek fiyatlarla satıyor ve kendi toplumları için katma değer, zenginlik ve refah yaratıyorlar. 

İnsanın doğuştan gelen cevherini açığa çıkarabilmek için 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna doğru yaklaşırken gerekli olan formül; küçük yaşlardan itibaren mümkün olduğu kadar koşullandırılmamış, istisnasız her konuda sorgulayan bilim egemen kafalı nesiller yetiştirecek eğitim ve öğretim sistemidir. 

Dinde Reform

Dünyanın dördüncü ve Avrupa’nın bir numaralı ekonomisi olan Almanya, bulunduğu yere tesadüfen gelmedi. Hatta II.Dünya Savaşı (1939-1945) sonunda yerle bir edilmiş olan, taş taş üstünde bırakılmayan Almanya kısa sürede toparlandı ve bugünkü durumuna geldi. Nedeni insan malzemesinin iyi olmasıydı. 

Almanya; monarşinin (tek adam yönetimi) ve teokrasinin yıkılmasında, sanayi devrimine giden yolun açılmasında, eğitimin çok önemli hale gelmesinde, akılcı ve bilimsel düşünce dönemine geçişte ve insan aklının özgürleştirilmesinde çok önemli ve belirleyici rolü olan dinde reform hareketinin 503 yıl önce başladığı yerdi.  

Kutsal Dil Olmaz!

Martin Luther, 31 Ekim 1517’de Almanya’da Katolik Kilisesi’ne karşı, 95 maddeden oluşan protesto bildirisini Wittenberg Şatosu Kilisesi’nin kapısına astı ve bilinçli olmasa da aklın özgürleşmesine neden olacak ve dinsel düşünce sistemini sonlandıracak uzun, sancılı ve kanlı bir süreci başlatmış oldu. Ama aynı yıl, Türklerin Anadolu’da ve Balkanlar’da yarattığı hoşgörülü ve aklı yok saymayan İslam anlayışını yok edecek sürecin tetiğine de Yavuz Sultan Selim’in Hilafetle beraber Mısır’dan getirdiği ulema ile basıldı. 

Martin Luther’in başlattığı hareket Hristiyan dünyayı böldü ve Protestanlık mezhebinin doğmasına neden oldu ama Avrupa’da aile, evlilik, eğitim, bilim, sosyal düzen, ekonomi ve sanat da dâhil yaşamın tüm yönlerini etkiledi. Reformcular kaynak olarak sadece kutsal kitap İncil’i kabul ettiklerini, kutsal kitabı yorumlamanın sadece kilisenin değil herkesin hakkı olduğunu, kutsal bir dil olamayacağını, İncil’in her dilde basılıp okunabileceğini, Tanrı tarafından insana bahşedilen akıl ve niteliklerin özgürce kullanımının önünün açılması gerektiğini ve birçok dinsel ritüelin gereksiz olduğunu ortaya koydular. 1534’de İncil, Almanca olarak basıldı. Daha sonra İngilizce dâhil, başka dillerde de basıldı ve böylece kendi dilinde İncil’i okuyan halk, din adamlarının sömürüsüne karşı örgütlenmeye başladı.

Türk Rönesansı 

Avrupa’daki aydınlanmanın kökeninde; sanat, bilim ve felsefede gerçekleşen, Rönesans (Yeniden Doğuş) adı verilen gelişmeler ve dinde reform vardı. Bu gelişmelerle insan aklı özgürleşti, sanayi devrimi oldu, tek adam yönetimleri yıkıldı, halkın temsilcilerinin bulunduğu parlamentolar öne çıktı. Demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, laiklik, evrensel hukuk, kadın erkek eşitliği gibi çağdaş kavramlar da bu gelişmelerin ürünüydü.

Osmanlı ise bu gelişimin ve değişimin dışında kaldığı ve ıskaladığı için geriye düştü, “Hasta Adam” oldu, sorunlarını çözemedi, yenildi, yarı sömürge haline geldi ve sonunda da yıkıldı. Geçtiğimiz Salı (10 Kasım 2020) aramızdan ayrılışının ve ebediyete uğurlayışımızın 82. yılında andığımız Atatürk de esasında yaptıkları ile geçmişte ıskalamış olduğumuz gelişimi yakalayabilmenin, aydınlanmanın ve ezcümle Türk Rönesansının adıdır. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe basılması bile bu kapsamdadır ve bu sayede din adamları ile din simsarı siyasetçilerin sömürüsüne karşı halkın uyandırılması ve aklın özgürleştirilmesi amaçlanmıştır.

Aziz, Uğur, Özlem…

Bunlar gerçekleşmezse çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılamaz ve insan cevherinin değer haline gelmesinin önü kapanır. Atatürk “Türk Milleti zekidir, Türk Milleti çalışkandır” derken; hem yıllarca tebaa olarak yaşamış, itilip kakılmış olan millete moral vermeye çalışmış hem de içindeki cevhere işaret ederek, bu cevheri ortaya çıkaracak çağdaş düzeni ve aydınlanmayı gerçekleştirmeye çalışmıştır. 

Nobel ödüllü bilim insanımız Aziz Sancar da çalışmalarını ülkemizde yapıyor olsaydı muhtemelen bu başarıyı yakalayamazdı. Aziz, Uğur ve Özlem gibi çok sayıda örnek, ülkemizde olsa sıradanlaşacak ama çağdaş bir iklimde olduğu için filizlenen ve yeşeren çok sayıda tohum var. Atatürk aynı zamanda yaptıkları ile yaşadığımız ülkeyi, iklimini ve topraklarını bu tür değerli tohumlar için verimli ve elverişli hale getirme çalışmalarının adıdır.

Beyin Göçü

Ne yazık ki bugün ve özellikle son 18 yıldır ülkemiz, koşar adım Ortaçağ’a doğru gidiyor ve Azizleri, Uğurları ve Özlemleri yetiştirebilecek vahalar yok ediliyor. İktidar, nitelikli insan gücümüze ve onu yetiştirecek iklime karşı! Onları, kendisine karşı düşman olarak bellemiş. İktidar toplumumuzu kamplaştırıyor, bölüyor ve kendisine oy vermiyor veya desteklemiyor diye nitelikli insan gücümüzü kırdırmaya çalışıyor. Hâlbuki bu nitelikli insan gücümüz ülkemizi daha iyi yerlere taşıyacak, zenginleştirecek, refah sağlayacak ve bundan hepimiz faydalanacağız.

İktidar, her geçen gün ülkemizi daha da yaşanmaz kılıyor. Bu yüzden dışarıya beyin göçü oluyor, nitelikli insan gücümüz yurt dışına gidiyor ve giderken de tüm birikimlerini yanında götürüyor. Bu, ülkemiz için telafisi kısa dönemde mümkün olmayan bir kan kaybı demektir. Bu kafayla uzun dönemde de telafisi mümkün değildir. Bunun devamı halinde, diktatörlükle yönetilen bir üçüncü dünya ülkesi oluruz, yoksullaşırız ve sonumuz da iyi olmaz!

Kıvılcım ve Ateş

Atatürk yurtdışına eğitime gönderdiği öğrencilere mektup yazar, “Sizleri kıvılcım olarak gönderiyorum, ateş olarak geri döneceksiniz” derdi ve bu insanlar daha iyi olanakları elinin tersiyle itip ülkelerine hizmet etmek için geri dönerlerdi. Bugün bilgiye, bilime ve liyakate yapılan düşmanlık nedeniyle Türkiye’de ateş haline gelenler bile ülkemizi terk ediyor!

Bugün üniversitelerimizin başında bulunan rektörlerin ezici bir çoğunluğunun yayınlanmış bilimsel tek bir makalesi bile yok! Böyle üniversitelerde bilim yapılmaz, buralardan kolay kolay bilim insanı çıkmaz. Çıkar gibi olanlar da eninde sonunda yurt dışına gitmek zorunda kalır. 

İktidarın Peşinden Gitmemeliyiz

Bu iklimden dürüst insanlar da yetişmez. “Dindar ve Kindar Toplum” ideali halen yaşadığımız ahlaki çöküntünün gerçek nedenidir. Dini baskıyla, korkuyla ve bedene yönelik fiziki şiddetle hem bireysel hem de toplumsal ahlakı sağlama düşüncesi insanlığın geçmiş dönemdeki aklının bir ürünüydü. Korku ile ahlaka yönelik caydırıcılık uzun dönemde mümkün değildir. Çevrenize bakın; küçük yaşlardan itibaren korku ve şiddet kültürü içinde büyütülen insanların ahlaki çizgisinin pek de iyi durumda olmadığını göreceksiniz.

Ne yazık ki ülkemizi yöneten iktidar gerici bir zihniyete sahip! Bu yüzden ülkemiz her konuda iflas etmiş durumda. Gericilik; geçmişin aklı ile günümüzün sorunlarını çözmeye çalışan kafa yapısıdır. Depremi Tanrı’nın cezalandırması, yağmuru ise mükâfatı olarak gören zihin durumudur. Aklını öbür dünya ile bozan ama bu dünyanın içine eden bakış açısıdır. Kadını cinsel obje olarak gören, aşçılık, hizmetçilik ve kuluçka makinesi üçgenine hapsetmeye çalışan beyin ve düşünmeyen, sorgulamayan, inancı tahkiki değil taklidi olan, millete din iman ama kendisine han ve hamamı layık gören canlı durumudur.

Eğer çalışkan, zeki, dürüst, üretken ve mucit nesiller istiyorsak ve çağdaş medeniyet seviyesini yakalamayı arzu ediyorsak yapmamız gereken; Atatürk’ün gösterdiklerini yapmak, iktidarın söylediklerini ise yapmamak ve peşinden gitmemektir.