Hayalci hedeflerin peşinde koşmak genellikle felaketle sonuçlanır. Hele hele ülkenizi başka ülkelerin planları, hedefleri ve çıkarları için kullandırmamalısınız. Ukrayna’nın siyasi yöneticileri bu hatayı yaptı; ABD’nin Rusya’ya yönelik planları ve hedefleri için ülkelerini kullandırdı, 2014’de Kırım’ı kaptırdı ve ülkesinin doğusunda Rusya sınırında bulan Donetsk ve Lugansk şehirlerini içeren zengin kömür yataklarına sahip Donbas Bölgesini fiili olarak kaybetti. Buna rağmen hala ülkelerini kullandırmaya devam ediyorlar. Kırım’ı artık Rusya’dan geri almalarına imkân ve ihtimal yok! 

Halbuki Ukrayna, Batı ile ilişkilerini geliştirirken hemen yanı başında bulunan Rusya ile de dengeli ve dikkatli politikalar izlese, Rusya’nın tarihin derinliklerinden gelen güvenlik endişelerini yok saymasa ve ABD’nin kışkırtmasına kanmasaydı ne Kırım’ı ve Donbas’ı kaybedecek ne de bugün Rusya tarafından istila edilme tehlikesi altında olacaktı.

Akılsız Baş 

“Akılsız başın cezasını ayaklar çeker” atasözü kendi hatalarımızdan ve düşüncesizliklerimizden dolayı bir işi daha uzun sürede, daha yorucu ve zahmetli olarak bitirmek anlamında söylenir. Ama akılsız ve düşüncesiz baş bir ülkenin en üst siyasi yöneticisi ise cezasını toplum ve o ülke çeker. 

Mihail Saakaşvili yönetiminde Gürcistan da ABD’nin Rusya’ya yönelik planlarında kullanıldı. Sonuç; Gürcistan Güney Osetya ve Abhazya’yı kaybetti, Saakaşvili ise paçayı yurt dışına kaçarak zor kurtardı.

Stratejik Derinlik

Atatürk; “Hangi istikbal vardır ki yabancıların planlarıyla ve nasihatleriyle yükselebilsin? Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir” diyerek uyarmıştı. Ama AKP iktidarı, BOP’a ve onun bir girişimi olan Arap Baharına balıklama atladı, kendisine bir fırsat doğduğunu sandı ve bu kapsamda çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojisini ve “Yeni Osmanlı” hayalini gerçekleştirebileceğini düşündü. O kadar inandı ki; BOP Eş Başkanı olduğunu bile açık açık söyledi! Hâlbuki bu proje; emperyalizmin Türkiye’nin de içinde olduğu bölgeye tecavüz projesiydi.

 
İktidarın danışmanlığını, Dışişleri Bakanlığını ve Başbakanlığını yapan Ahmet Davutoğlu “Stratejik Derinlik” adlı kitabında “ABD ile ilişkilerimizde önümüzde altın bir işbirliği dönemi var. Türkiye küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri kurarak katkıda bulunacak ve bu da soğuk savaş sonrasının yeni dünya düzeni olacaktır.” diye yazmıştı. “Stratejik Derinlik” kitabında akademik olarak açıklananı daha yalın bir dile çevirirsek Davutoğlu; “ABD’nin bölgedeki taşeronluğunu yaparsak bu sayede hedeflerimize ulaşırız” demek istemişti.

Hitler Kazansaydı…

Sonuç; iliklerimize kadar Ortadoğu bataklığına battık, Suriye’de hala kan ve para kaybediyoruz ve buradan nasıl çıkacağımızı da bilemiyoruz! Üstüne üstlük; 4,5 milyon Suriyeliyi kucağımızda bulduk, 9 milyon Suriyeliye bakıyoruz ama yurttaşlarımız aç, perişan ve ülkemizin ekonomisi de iflas etmiş durumda. 

İslamcılığı ve Turancılığı politik bir silah olarak kullanan Adolf Hitler, Müslümanları ve Türkleri organize edip, Sovyetler Birliği’ne karşı savaştırmaya çalıştı ve ölüme gönderdi. Kırım Tatarları bu yüzden çok acı çekti ve topraklarından sürüldüler. Hitler’in amacı Müslümanları ve Türkleri Sovyetler Birliği esaretinden kurtarmak değil, kullanmaktı. Savaşı Hitler kazansaydı Müslüman Türklerin akıbeti daha da kötü olacaktı.

Politik Silah Olarak İslam

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Müslümanları ve Türkleri Sovyetler Birliği’ne karşı kullanan organizasyonun kilit adamları, CIA tarafından ABD’ye kaçırılarak Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaları engellendi. Müslümanları kullanmak konusunda uzmanlaşmış olan bu Nazi ekibi, savaştan sonra da ABD adına Sovyetler Birliği’ne karşı kullanıldı. Çünkü özellikle İslam’ın Komünizme karşı etkili bir silah kullanılabileceği değerlendirilmişti.

Esasında; İslam’ı politik bir silah olarak kullanma ve Müslümanları bu silahın kolayca sarf edilebilir cephaneleri yapma fikri Almanlarındı ama Hitler’e ait değildi. Alman İmparatoru II. Wilhelm tahta çıktıktan (1888) bir yıl sonra İstanbul’a geldi ve II. Abdülhamit’i ziyaret etti. Wilhelm, 1898’de İstanbul’a bu kapsamda yine geldi, arkasından Kudüs’e gitti ve “İslam Aleminin ve Halife’nin koruyucusuyum” mesajını vermeye çalıştı. 

Ebu Cihad

Politik İslam’ın fikir babası, Alman diplomatik çevrelerinde Ebu Cihad takma adıyla anılan, kökleri Alman ve Yahudi olan, diplomat, tarihçi ve arkeolog Max von Oppenheim idi ve II. Wilhelm’in de fikren arkasındaydı. Osmanlı’nın çözülmesini durdurmak için Panislamizm siyaseti izlemeye çalışan II. Abdülhamit’in bu fikirlerinin arkasında da Almanlar vardı, Oppenheim’le baş başa görüşülmüştü.

Almanlar için Cihad, kendi ifadeleri ile “Vahşi İslam İsyanı”; öncelikle İngilizler olmak üzere, Ruslara ve Fransızlara karşı kullanmak içindi. Osmanlı’nın Berlin’in kararı ve zamanlamasıyla I. Dünya Savaşı’na (1914-1918) girmesinin üzerinden henüz 15 gün geçmişti ki, 14 Kasım 1914’de, Padişah Fermanı ile “Kutsal Cihad” ilan edildi. Buna “Alman Cihadı” da denir. 

Şimdiki İktidar Olsa Savaşa Girerdi!

Hitler Almanyası II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında, I. Dünya Savaşı (1914-1918) dönemindeki Almanya-Osmanlı müttefiklik ilişkisini ve bu bağlamda hala görevde olanların geçmişte oluşturduğu kişisel dostlukları kullanarak Türkiye’yi kendi yanında savaşa sokmak istedi. Turancılık ve Sovyetler Birliği’ndeki esir Türkleri kurtarma konusu Almanya’nın ikna yöntemiydi. İsmet İnönü bu oyuna kanmadı, ustaca yürüttüğü siyasetle Türkiye’yi savaş dışında tuttu. Ama emin olun; bugün ülkemizi yöneten irade o gün iktidarda olsaydı Türkiye Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanları kurtarmak için balıklama savaşa girerdi. 

Vahşi Arman lakaplı Arman Dzhumageldiev, Kazakistan’da ayaklanma kışkırtıcılığı nedeniyle gözaltına alındı. Vahşi Arman’ın Türkiye’de derin ilişkileri var. Mevlüt Çavuşoğlu ile bile çekilmiş fotoğrafları var. Böyle birinin Dışişleri Bakanı ile ne irtibatı olabilir ki! 

Rusya’yı ve Çin’i Üzerimize Kışkırtır

Geçenlerde, iktidara çok yakın bir isim olan E. Amiral Cihat Yaycı yandaş medyada Turan Ordusu’nun kurulması gerektiğini söylemiş. Bu sıradan, öylesine söylenmiş bir söz değil! Hem dışarıya hem de içeriye mesaj vermek anlamında ve hatta iktidara da iç ve dış kamuoyunun önünde yönlendirici nitelikte. Çünkü Yaycı; iktidarın Libya’da İhvan lehine savaşa müdahil olabilmesinin ve iç kamuoyuna bunun Mavi Vatan lehine bir girişim olarak satılmasını sağlayan girişimin de mimarı. Hele bu isim, geçmişte cemaate daha sonra da iktidara çok yakın olduğu iddiaları varken sıradan bir muameleyi hak etmiyor. Ayrıca Yaycı’nın gerek Kanal İstanbul gerekse Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusundaki görüşleri ABD’ye ve AKP iktidarına çok yakın. 

Yaycı’nın “Turan Ordusu kurulmalı” ifadesi ve geçmişte yaptıklarıyla ABD’ye verdiği mesaj; “Şu an Ukrayna, Karadeniz, Kanal İstanbul ve Montrö üzerinden Rusya’ya karşı adınıza yaptığımız karşıtlığı Turancılık üzerinden Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde de yaparız, iktidarı destekleyin ve deliğe süpürmeyin” anlamına geliyor. Bu tip bir mesaj Rusya ve Çin’i Türkiye karşı kışkırtır ve tedbir almaya zorlar. 

Rusya’nın Tarihsel Travması

Yaycı’nın sözleri sıradan bir gündemin olduğu, sakin bir dönemde söylenmedi. Ukrayna üzerinden ABD ile Rusya arasında büyük bir gerilim var. Bu gerilim her an kontrolden çıkabilir ve savaşa dönebilir. ABD, Rusya’nın güvenlik endişelerini ve tarihten gelen travmalarını yok sayıyor. Rusya; 18. yüzyılda İsveç, 19. yüzyılda Fransa ve 20. yüzyılda -hem de iki kez- Almanlar tarafından istila edildi. Coğrafyasının derinliği ve ağır kış iklim şartları nedeniyle istilacıları başarısız kıldılar. Ruslar bu travmalarını unutamıyorlar. ABD’nin güdümündeki Ukrayna ile Rusya’nın kalbine olan derinlik azalıyor ve tampon bölge ortadan kalkıyor. 

Rusya’yı Ukrayna üzerinden köşeye sıkıştırmak çok yanlış! Sıkıştırmanın devam etmesi halinde Rusya birinci hamle olarak 2014’de Kırım için yaptığını Donbas bölgesi için de yapabilir ve bu bölgeyi ilhak edebilir. Hatta daha da sıkıştırılırsa Ukrayna’yı bile istila edebilir. Hemen yanı başımızda gerçekleşebilecek bu tür gelişmeler, ülkemizin çıkarlarına ve güvenliğine çok büyük zarar getirir. Türkiye tarafından Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın NATO üyeliği desteklenmemeli ve NATO platformlarında böyle bir hamlenin Türkiye’nin, bölgenin ve Avrupa’nın güvenliğine büyük bir tehdit oluşturacağı anlatılmalıdır. Karadeniz’in rekabet denizi haline gelmemesi için gayret gösterilmeli, Montrö’ye de sahip çıkılmalıdır. Montrö’nün Rusya için de kırmızıçizgi olduğu unutulmamalıdır. Ama ne yazık ki iktidar, bugüne kadar tam tersini yapmıştır. 

Atatürk Diyor ki…

Atatürk “Efendiler bu noktada mütalâamı ikmal için derim ki; büyük hayaller peşinden koşan, yapamıyacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Efendiler; büyük ve hayalî şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın husumetini, garazını, kinini bu memleketin ve bu milletin üzerine celbettik. Biz Panislâmizm yapmadık. Belki “yapıyoruz, yapacağız” dedik. Düşmanlar da “yaptırmamak için bir an evvel öldürelim!” dediler. Panturanizm yapmadık! “Yaparız, yapıyoruz dedik, yapacağız dedik” ve yine “öldürelim” dediler! Bütün dâva bundan ibarettir. Efendiler, bütün cihana havf ve telâş veren mefhum bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız ve yapamadığımız mefhumlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın adedini ve üzerimize olan tazyikatı tezyidetmekten ise haddi tabiîye, haddi meşrua rücu edelim. Haddimizi bilelim. Binaenaleyh Efendiler, biz hayat ve istiklâl isteyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı ibzal ederiz” diyor.

Sonuç olarak; borç parayla kapitalizm mümkün olamayacağı gibi, güçsüz bir ekonomi ve başkalarının planlarıyla ne Turancılık olur ne de İslamcılık. Sadece kullanıldığınızla, acı çektiğinizle ve her alanda kaybettiklerinizle kalırsınız. 

Güran Tatlıoğlu’nun Sonçağ Kültür Yayınlarından çıkan “29 Ekim 2048 Ankara Saat 9.30” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.