Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) son dönemde Ortadoğu ve Körfez bölgesinde aktif bir ortaklık yürüten iki aktör olarak görülüyor. Daha ziyade BAE güdümünde süregelen bu ittifakın temel dış politika öncelikleri arasında, Arap devrimleri sürecindeki olası demokratik siyasi dönüşümlerin engellenmesi, Türkiye’nin bölgesel nüfuzunun genişlemesinin önüne geçilmesi, Katar’ın dış politikadaki bağımsız hamlelerinin durdurulması ve İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturabilecek hususların bertaraf edilmesi gelmekteydi. Abu Dabi ve Riyad’ın özellikle 2015’ten itibaren bu dört konu bağlamında birlikte hareket etmesinde ABD’de Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna oturması hayati bir rol oynamıştı. Damadı ve başdanışmanı Jared Kushner ve ekibi üzerinden BAE ve Suudi Arabistan dış politikasını yönlendiren Trump’ın 2020 ABD Başkanlık seçimini kaybetmesi ve Ocak 2021’de görevi Joe Biden’a bırakması Ortadoğu siyasetinde de önemli kırılmaları beraberinde getirdi.

Bu görev değişiminin en ciddi etkileri, ABD’nin Körfez ülkeleriyle ilişkilerinde ve Abu Dabi ile Riyad’ın dış politika yönelimlerinde görülmeye başladı. Nitekim Biden henüz göreve başlamadan, Suudi Arabistan ve BAE yönetimleri (yukarıda da değinilen) belirli konularda politika değişikliklerine gitmeye başlayarak bir anlamda Biden yönetimine olumlu sinyaller verme çabası içerisine girmişlerdi. Bu çerçevede, özellikle Suudi Arabistan liderliğinin ciddi çaba sarf ettiği görülüyor. Nitekim Cemal Kaşıkçı cinayetinden dolayı hukuki sorunlarla karşılaşması muhtemel olan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın, konumunu koruyabilmek adına Biden yönetimiyle iyi ilişkiler geliştirmekten başka çaresi yok gibi görünüyor. Bu da Bin Selman’ın öncelikle Körfez krizinin çözümünde adım atarak uzlaşmacı bir tavır içinde olduğunu göstermeye çalışmasından anlaşılıyor. Diğer taraftan Türkiye ile tansiyonu düşürmeye yönelik girişimlerde bulunan Suudi Arabistan ve BAE liderlikleri, ABD ile olası bir gerginlik durumunda bölgesel aktörlerle işbirliğine açık oldukları mesajını vermeye çalışıyorlar.

Her ne kadar birçok konuda birlikte hareket ediyor gibi görünseler de, Suudi Arabistan ve BAE’nin ayrıştıkları konular zamanla daha fazla gün yüzüne çıktı. Bu kapsamda, özellikle Muhammed bin Selman’ın BAE liderliği tarafından bazı dış politika konularında yanlış yönlendirildiği ya da yalnız bırakıldığı yönünde değerlendirmeler de gündeme geldi. Bu konular arasında, BAE’nin Yemen’de kendi çıkarlarına uygun bir konjonktür oluşturduktan sonra askerlerini geri çekme kararı alması, Yemen müdahalesinde sahada siyasi ve askeri sorumluluğun büyük oranda Suudi Arabistan’a yüklenmesi, BAE’nin bölgesel politikalarda ve İsrail’le işbirliğinde Suudi Arabistan’a kıyasla daha etkili bir aktör haline gelmesi ve son dönemde giderek artan biçimde gündeme gelen ekonomik anlaşmazlıklar bulunuyor. İki ülke arasındaki ekonomi temelli uyuşmazlıklar, özellikle yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının yarattığı küresel ekonomik belirsizlik ve son yıllarda farklı cephelerde yürütülen maliyetli dış politika hamlelerinin etkilerinin daha hissedilir hale gelmesinin ardından ciddi bir boyuta ulaştı.

Bu anlamda en ciddi krizlerden biri 2020 yılının Kasım ayında OPEC+ toplantıları sırasında Suudi Arabistan ve BAE’nin ciddi biçimde karşı karşıya gelmesiyle yaşandı. OPEC+ tarafından belirlenen kotanın üzerinde petrol üretiminde ısrarcı olan BAE yönetimine Suudi Arabistan tarafından defalarca uyarı yapıldı ve kriz Kasım ayındaki toplantıda zirve noktasına ulaştı. Öyle ki toplantının ardından uluslararası medyaya yansıyan raporlarda, BAE’nin kurucuları arasında olduğu OPEC’ten ayrılmayı dahi değerlendirdiği ifade edildi. Benzer bir tepki de Suudi Arabistan tarafından geldi; Suudi Arabistan Enerji Bakanı Abdulaziz bin Selman OPEC+ Enerji Bakanları Komitesi kapsamındaki görevinden istifa edebileceğini söyledi. Aradan geçen süre zarfında Suudi yönetimi BAE’nin tutumundan rahatsız olmaya devam ederken Abu Dabi’nin OPEC+ içindeki rolüne dair tutumu da belirsizliğini koruyor.

Böyle bir ortamda Suudi Arabistan ve BAE arasındaki ekonomik gerginliği artıracak bir diğer karar ise Riyad tarafından geçtiğimiz günlerde alındı. Suudi Arabistan yönetimi yayınladığı bir kararnameyle, 2024 yılı itibarıyla bölgesel genel merkezi Suudi Arabistan’da bulunmayan uluslararası şirketlerin hükümet tarafından finanse edilen işlerine onay vermeyeceğini duyurdu. İçeriği itibarıyla maksimalist bir karar olarak görünse de, Riyad’ın bu hamlesiyle, genellikle bölgesel merkezlerini BAE’de açan küresel şirketlere gözdağı vererek bu yatırımların bir kısmını BAE’den çekmeyi hedeflediği söylenebilir. Riyad’ın halihazırda bu anlamda öne çıkan finans merkezi Dubai’yi özellikle hedef aldığı da düşünülebilir.

Suudi Arabistan’ın bu kararında, BAE ile izlenen ortak dış politikanın ekonomik yükünü büyük oranda Riyad’ın çekmesi ve Abu Dabi’nin bu konuda Suudi Arabistan’a yeteri kadar destek olmaması rol oynamış olabilir. Bunun yanında Suudi yönetiminin bu kararı almasında, özellikle Kovid-19 salgınının da yarattığı ekonomik belirsizlikler ve petrole olan talebin küresel düzeyde gerilemesi sonucu oluşan endişe ve petrole dayalı ekonominin çeşitlendirilmesi konusundaki gereklilik gibi hususlar da etkili olmuş gibi görünüyor.

Muhammed bin Selman tarafından açıklanan “2030 Vizyonu” çerçevesinde, daha önce de küresel şirketler bölgesel merkezlerini Suudi Arabistan’a taşımaya davet edilmiş ancak Riyad’ın beklediği ilgi bu şirketler tarafından gösterilmemişti. Riyad’ın bu kararı ile bu konuda çok daha ciddi ve dayatıcı bir tutum içinde olacağı söylenebilir. Suudi yönetimi özellikle özel sektör alanında istihdam imkânlarının genişletilmesini hedeflerken halihazırda yüzde 5 seviyesinde olan küresel şirketlerin merkezi olma seviyesini çok daha yüksek bir noktaya çıkarmayı amaçlıyor.

Suudi Arabistan’ın söz konusu kararının nasıl uygulamaya geçeceği ve uluslararası şirketlerin bu çağrıya uyup uymayacağı merak konusu. Nitekim ekonomik büyüklüğü Suudi Arabistan’ın yarısı kadar olan BAE, sadece 2019 yılında Suudi Arabistan’dan yüzde 300 daha fazla doğrudan yabancı yatırım çekmişti. Öte yandan Dünya Bankası’nın İş Yapma Kolaylığı Endeksi’nin 2020 verilerinde BAE 16. sırada yer alırken Suudi Arabistan 63. sırada yer aldı. Son olarak, Suudi Arabistan’a kıyasla Batı standartlarına daha yakın bir yaşam tarzı sunan BAE’de çalışan özellikle Batılı beyaz yakalıların, söz konusu Suudi Arabistan olduğunda aynı iştahta olmayacağı da açık. Bu da uluslararası şirketlerin merkezlerini Suudi Arabistan’a taşımaları konusunda ciddi bir caydırıcı etken olarak belirtilebilir.

Gelinen noktada, her ne kadar dış politikada uzun bir süre beraber hareket etseler de, Suudi Arabistan ve BAE’nin, söz konusu ekonomi olduğunda ayrı yollara savrulmaları ihtimal dahilinde. Suudi Arabistan bu dayatmacı kararıyla riskli bir adım atarak bir taraftan olası bir yalnızlaşmayı tetiklerken bir taraftan da yatırımlar açısından küresel şirketlerin gözünde bir güvensizlik algısı yaratmanın önünü açmış bulunuyor. Öte yandan BAE marifetiyle Katar, Türkiye ve İran gibi ülkelerle düşmanlıkları derinleştirip Kuveyt ve Umman gibi bölgenin diğer aktörleri nezdinde güvenilirliğini yitiren Riyad yönetiminin, BAE ile dış politika ve ekonomi konularında da ayrışmaları sürdürmesi, Suudi Arabistan açısından ciddi bir yalnızlaşma potansiyelini de beraberinde getirebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Suudi liderliğinin hızlı bir şekilde bölgesel aktörlerle güven tazeleme adımları atması hayatidir. BAE ile ortak yürütülen birçok politikanın faturasını tek başına ödemek durumunda kalan Suudi Arabistan, son birkaç yıldır sistematik bir karşıtlık içerisinde olduğu Türkiye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeli ve Ankara’nın çerçevesini oluşturacağı bölgesel düzende yerini almanın yollarını aramalı.

Ortadoğu’da meşruiyetini halklardan alan iktidarların var olmasını, kişisel hak ve hürriyetlere saygı duyan, kalkınma politikalarını önceleyen ve refahı bölge ülkeleriyle paylaşan yönetimlerin bölgesel huzurun sağlanmasında hayati olduğunu savunan Türkiye’nin bölgesel vizyonunda çatışmadan ziyade işbirliği ön planda duruyor. Suudi Arabistan ve diğer bölge ülkelerinin dış politikalarını bu vizyon çerçevesinde yeniden inşa etmeleri, Ortadoğu’nun küresel aktörlerin dayatmalarından uzak bir bölge haline gelmesinde kilit öneme sahip.

[Orta Doğu siyaseti, Arap devrimleri, Mısır’daki devrim süreci ve Körfez siyaseti konularında uzman olan Doç. Dr. İsmail Numan Telci Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Orta Doğu Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve aynı zamanda ORSAM Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir] (İSTANBUL (AA) -İSMAİL NUMAN TELCİ)