İSTANBUL (AA) -SERHAN AFACAN- Joe Biden Trump’ın ardından ABD’nin yeni başkanı olarak seçildiğinde, aceleci gözlemciler ve aşırı iyimser kesimler dışında Tahran’daki herkes gergin ilişkilere sihirli bir değneğin değmeyeceğinin farkındaydı. Hal böyleyken, özellikle İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in sosyal medya ve diğer mecralardan yeni ABD yönetimini mütemadiyen İran’ın beklentileri istikametinde hareket etmeye ve yaptırımları kaldırarak nükleer anlaşmaya geri dönmeye çağıran mesajları, beklentileri gereğinden fazla yükseltti. Mevcut durumda Biden yönetiminin, ajandasında bir yeri olmasına ve (ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın ifadesiyle) İran konusunda “diplomasi kanalları bütünüyle açık” tutulmasına rağmen, İran’la ilişkileri “tamir” etmekte pek heveskar davranmayacağı ve bir süre daha bekleyeceği artık bir öngörü değil haber niteliği taşıyor. Öngörüye açık konu ise ABD yönetiminin “doğru” zamanı ne şekilde bekleyeceği. Bu konuda son gelişmeler epey fikir veriyor.

- “Alın Size Joe”

19 Şubat’ta Münih Güvenlik Konferansı’nda “Amerika geri döndü” mesajını tekrarladığı konuşmasında, Biden çeşitli konuların yanı sıra İran’a da değindi. Verilen mesajlar İran’ın bam teline dokunacak şekilde özenle seçilmişti. Bir tarafta İran, diğer tarafta ise ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa’ya ilaveten Almanya’nın bulunduğu P5+1 formatındaki “müzakerelere” geri dönebileceklerini belirten ABD başkanının asıl mesajı şu cümlelerde saklıydı: “İran’ın Ortadoğu çapındaki istikrarsızlaştırıcı eylemlerini de dile getirmeliyiz. Zaman geçtikçe bu konuda Avrupalı ve diğer paydaşlarımızla yakın işbirliği içinde çalışacağız”. Sorun şu ki İran, ortada P5+1 formatında bir “müzakerenin” değil, Temmuz 2015’te P5+1 olarak imzalanmasına ve Ocak 2016’da devreye girmesine rağmen Trump’ın 2018 yılında ülkesini çekmesinin ardından P4+1 formatına dönüşmüş olan ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) resmi adıyla bilinen bir nükleer “anlaşmanın” var olduğunda ısrarcı. Nitekim Zarif’in 21 Şubat’ta Press TV’ye verdiği ve Biden’ın “Obama’nın değil, Trump’ın politikasını” takip ettiğini savunduğu röportajda bu konudaki ifadeleri kesindi: “Yeniden müzakere diye bir şey olmayacak, nokta!”

Şayet Zarif’in ve diğer İranlı yetkililerin açıklamalarını zahiri anlamlarıyla kabul edersek, İran’ın bu noktada taviz vermeyeceği sonucuna varırız. Ancak diplomatik süreçlerin son derece değişken sonuçlara gebe olduğu herkesçe bilinen bir vakıa. Biden’ın selefinin de sıklıkla dillendirdiği “İran’ın istikrarsızlaştırıcı eylemleri” vurgusunun Tahran’da ne derece rahatsızlığa neden olduğu ise izahtan vareste. Joe Biden’ın açıklamalarının ardından İran’da Vatan-ı İmruzgazetesinin attığı manşet, bir anlamda Tahran koridorlarındaki hissiyata tercüman oldu: “Alın Size Joe!” (Befermayîd Joe!)

Buraya kadar anlatılanlar, bu diplomatik sinir harbinin sözlü “atışmalardan”, meselenin de ABD-İran ilişkilerinden ibaret bulunduğunu düşündürebilir. Nitekim Biden’ın konuşmasından iki gün önce, İran’ın Devrim Rehberi Ali Hameney ABD’den “laf değil eylem” beklediklerini söylemişti. Son günlerde ABD’den gerçekten de eylemler gelmeye başladı. Ancak bunların İran’ın beklediği yönde olmadığı aşikâr. 25 Şubat’ta Amerikan güçleri Suriye’nin doğusuna hava saldırısı düzenledi ve Pentagon yaptığı açıklamada bunun 16 Şubat’ta Irak’taki ABD üslerine düzenlenen ve bir kişinin ölümüne neden olan roket saldırıları nedeniyle “İran destekli milisleri” hedef aldığını belirtti.

Yaşanan bu gelişmelerin ABD-İran ilişkileri açısından ne anlama geldiğine geçmeden önce, diğer bir önemli konuya değinmekte fayda var: Meselenin ABD-İran geriliminden ibaret olmaması ve Biden’ın tutumunun İran’ın bölgeye yaklaşımı konusunda dengesini bozması.

- İran neden gergin?

28 Şubat’ta ajanslara, İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Ferazmend’in, ülkesinin Bağdat Büyükelçisi İrec Mescidi’nin Türkiye’yi Irak’ın egemenliğini ihlal etmekle eleştiren ifadelerine tepki olarak Türk Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldığına ilişkin haberler düştü. Gara’da 10 Şubat’ta 13 insanımızın PKK’lı teröristlerce şehit edildiği ve Türkiye’nin bu bölgeye Pençe Kartal-2 harekâtını düzenlediği ve hatta Sincar’a düzenlenmesi muhtemel bir operasyondan bahsedildiği bir ortamda, Mescidi’nin açıklamalarının duymazdan gelinmesi beklenemezdi. Ayrıca İran’ın Bağdat gibi kritik bir bölgesinde görev yapan deneyimli bir diplomatının Rudaw’a verdiği röportajda “Türkler uluslararası pozisyonlarına dönerek orada kalmalı ve Irak’ın güvenliği Iraklılarca sağlanmalıdır” şeklindeki açıklamalarının, münhasıran onun şahsi görüşü olmadığı açıktı. İran-Irak Savaşı’na katılmış olan Mescidi’nin 1982’den 2017 yılına dek 35 yılını Devrim Muhafızları Ordusu’nun saflarında geçirmiş olduğu, Kudüs Gücü’nün önde gelen komutanlarından biri olduğu ve Kasım Süleymani’ye danışmanlık yaptığı da dikkate alınmalı.

Aslında bu gelişmeden bir hafta önce, 21 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İranlı mevkidaşı Hasan Ruhani, yaptıkları telefon görüşmesinde, İran Cumhurbaşkanlığı kaynaklarının açıklamalarına göre, geçmiş günlerdeki görüş alışverişlerinin devamı olarak ikili ilişkilerin güçlendirilmesi, bölgesel işbirliği ve yeni ABD yönetiminin KOEP konusundaki tutumuna ilişkin konuşmuşlardı. Fakat gerek Irak’ta İran iltisaklı unsurların, terör karşıtı operasyonları nedeniyle Türkiye’yi tehdit eden açıklamaları gerekse de İran’ın Türkiye’nin PKK ile mücadelesi konusundaki genel tutumu, operasyonların sürmesi durumunda İran’ın rahatsızlığının artacağını gösteriyordu. İranlı yetkililerin geleneksel olarak Türkiye’nin bu tür operasyonlarını bir şekilde Türkiye’nin NATO üyeliğiyle ilişkilendirmesi ve yapılanların dış güçlerin bölgeye müdahalesine davetiye çıkardığını savunması, konunun dikkat çekici boyutlarında biri. Türkiye genel olarak PKK özel olarak ise PYD/YPG terörüyle mücadele konusunda ABD ile son yıllarda önemli gerilimler yaşarken İran’ın bu pozisyonunda diretmesi ise ayrıca manidar. Esasında İran cenahında son dönemlerde gözlemlenen gerilim, bir yönüyle ABD’nin bölgeye daha az müdahil olmasıyla ilgili. İran’ın bölgesel politikalarda dengesini bozan biraz da bu paradoksal gibi görünen durum.

- İran ABD’den ne bekliyor?

ABD-İran hattındaki en güncel mesele nükleer dosya ve anlaşma gibi dursa da, aslında bu, yapbozun parçalarından (büyük de olsa) yalnızca biri. 2015 yılında KOEP’i imzaladığında, dönemin ABD başkanı Obama’nın tek gündemi İran’ın nükleer programı değildi ve ABD başkanı, nükleer kapasiteye erişmesi engellenen bir İran’ın bölgesel eylemlerinin daha rahat sınırlandırılabileceğini düşünüyordu. Kuşkusuz İranlı yetkililer de ABD’nin bu yol haritasının farkındaydı. Belki sürecin en can alıcı noktası da bu farkındalıktı. 2000’li yıllar ABD ile İran arasında çeşitli formatlardaki temasların hız kazandığı bir dönem oldu. Bush yönetiminde Ortadoğu’ya bütün yıkıcılığıyla müdahil olan ABD, kendisi açısından İran’ın arz ettiği riskleri tartmıştı. Öyle ki bu risklerin bir bölümü, örtük de olsa ABD’ye belirli bedeller ödetecek kadar somutlaşmıştı. Fakat İran’ın ABD’ye özellikle Irak’ta ödettiği bedeller, kendisini “hesaba katmasını” sağlayacak kıvamda dikkatle ayarlanmıştı. Sonraları ABD’nin bölgeye daha fazla angaje olması, paradoksal ama belki de doğal şekilde İran’la temaslarını artırdı. ABD ile İran’ın özellikle sıcak çatışma alanları olan Irak, Suriye ve Yemen ve hatta PYD/YPG konularındaki politikalarının bütünüyle uyumlu olduğunu söylemek mantık dışı olsa da, taban tabana zıt olduğunu söylemek de çok abartılı olur. Diğer bir deyişle, kendisini “doğrudan” ilgilendiren konularda İran ile ABD’nin pozisyonları, örneğin İran ile Türkiye’nin pozisyonlarının birbirine olduğundan daha yakın. Şayet böyle olmasa, bölgedeki çatışma ve yıkımların sürdüğü bir dönemde ne ABD ne de İran KOEP’i imzalamaya yanaşırdı. Yaşanan diğer gelişmeler de işin cabası.

İran Biden’dan nükleer gerilime son vererek o dönem oluşturulan zemine dönmesini bekliyor. İranlı yetkililer arasında, tüm ideolojik söylemlere rağmen, ABD ile gerilimin sürmesinin ülkenin menfaatlerine olmadığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Benzer bir durum daha da yüksek oranda ülke kamuoyu için geçerli. Bu nedenle, İran’ın bölge politikaları sadece ABD ile olan ilişkilerine bağlı değilse de, Biden’ın mevcut tutumu İran’ın dengesini bozuyor ve bu bir süre daha sürecek gibi duruyor. İran’da Haziran ayında cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacak olması, Biden’ın acele etmemesinin temel sebeplerinden biri. Biden Obama ile anlaşma imzalayıp karşısında Trump’ı bulan İran’ın durumuna düşmek istemez. İran’da bu tür önemli anlaşmalara ilişkin nihai karar merciinin Hameney olduğu bilinir; fakat meseleyi bu kadar basite indirgememek gerekir. Diğer yandan Biden, ılımlı Ruhani’nin ardından, Haziran 2021’de karşısında muhafazakâr bir İran cumhurbaşkanı görürse bundan pek de rahatsız olmayacaktır. Hatta bu, müesses nizamla daha kalıcı ve oturaklı bir anlaşmaya zemin dahi hazırlayabilir. Yine de ortada (en azından şu an için) bir belirsizlik var. Bu da İran’ın yalnızca ABD ile olan ilişkilerinde değil bölgesel politikalarında, özellikle de sınırlarındaki terörle yoğun mücadele içinde olan Türkiye ile olan ilişkilerinde hassas bir dönemden geçilmesinde etkili oluyor. Yaşanan gelişmeler ve yapılan açıklamalar, bu dönemde, bilhassa Suriye krizinin başından beri Türkiye-İran ilişkilerinde zar zor korunan dengenin ciddi bir testten geçeceği konusunda kuşku bırakmıyor. Bahsi geçen röportajda Zarif, bölgesel konuları değerlendirirken “İran’ın komşularına mesajınız nedir?” şeklindeki soruya: “Mahalleye dönün! Bu mahallede aynı tarihi, aynı coğrafyayı ve aynı inancı paylaşıyoruz; kaderlerimiz birbirinden ayrılamaz” diye cevap vermişti. Önümüzdeki dönemde, bu tutumun retorikten öte bir anlam ifade etmesi, tüm “mahalle” için hayati önemde olacak! Bunun için de dengelerin korunması gerekiyor.

[Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Leiden Üniversitesi İran Çalışmaları bölümünde tamamlayan Dr. Serhan Afacan Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü’nde öğretim üyesidir]