Yeni medya platformlarından Twitter, Facebook ve Instagram gibi mecralar son zamanların temel gündem maddeleri arasından eksik olmuyor. Günümüzde medyanın temel işlevleri arasında yer alan bilginin dolaşımına zemin sağlama gibi konularda bu mecralar belirgin şekilde öne çıkarken, diğer taraftan siyasi, ideolojik, ekonomik ve kültürel bir hegemonyanın sürdürülmesi konusunda da oldukça hevesli oldukları gözlerden kaçmıyor. Bu doğrultuda farklı ülkeler nezdinde uygulanan yasakçı pratiklerden biri de Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov’un Twitter hesabının askıya alınmasıyla gösterildi. Bunun arka planında ise küresel Ermeni lobisi ile şirket arasındaki çıkar ilişkileri yer alıyor.

ABD'de 3 Kasım'daki başkanlık seçimleri bağlamında sosyal medya platformlarında yaşananlar ise bu düzlemde giderek büyüyecek yeni bir tartışma ve tehdit dalgasını uzun süre gündemde tutacak gibi görünüyor. Çünkü başta Twitter olmak üzere sosyal medya mecraları senkronize bir şekilde adaylardan birinin aleyhine kampanya sürecine ve sonraki tartışmalara müdahil oldular. İfade özgürlüğüne saygı duydukları yönündeki eski iddialarını tümüyle boşa çıkaran bu uygulamaların mahiyetine dair detayları geçmeden önce pek çok açıdan dönüm noktası şeklinde tanımlanan seçime dair genel bir durum değerlendirmesi yapmakta fayda var.

- Amerika kapalı

ABD’de yapılan seçimin kesin sonuçlarının açıklanması için belirli bir sürenin daha geçmesi gerekiyor gibi görünüyor. Seçim gününden sonra yaşananlar Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump ve Demokratların adayı Joe Biden arasındaki rekabete yönelik seçim öncesinde yapılan “bu iş mahkemede bitecek” öngörülerini doğruluyor. Nitekim Trump süreci Yüksek Mahkeme’ye taşıyacaklarını 5 Kasım’daki basın açıklamasında dile getirdi. İki siyasi liderin “kısmi zafer” açıklaması yapmasıyla belirsizliğin artması ise sokakları bir miktar hareketlendirmiş durumda. Henüz geniş çaplı bir sokak çatışması yaşanmış değil fakat seçimden sonra yaşanacak şiddet olayları ve sokak çatışmalarından özel mülklerini korumak isteyen Amerikalıların işyerlerinin vitrinlerini tahtalarla kapatmasıyla ortaya çıkan “Dükkânı kapatmış ABD” görüntüsü, dönem okuması yapanlar için bir metafor olarak literatürde yer edeceğe benziyor.

Dünyaya “demokrasinin beşiği” olarak pazarlanan bir ülkede demokrasinin en temel kuralı olan seçimlerin sağlıklı bir şekilde yapılabilip yapılamadığı konusunda büyük tereddütler ortaya çıkmış durumda. Oy sayımından oyların doğru kullanılıp kullanılmadığına, çalınan oylardan hayatını kaybedenlerin yerine oy kullanıldığına uzanan bir dizi tartışma ihtiva ettikleri somut içeriklerle gündemde. Cumhuriyetçilerin en üst düzeyde vurguladığı şekilde, Cumhuriyetçilerin bazı eyaletlerdeki oy sayım merkezlerine gözlemci olarak bile yaklaştırılmamış olması ise tam anlamıyla “gizli sayım” pratiği olarak kabul edilebileceği için otoriter siyasi yapılara özgü bir görüntü ortaya koyuyor.

Öte taraftan küresel ölçekte pek çok ülkeyi “demokrasi ve özgürlük” getirme iddiasıyla işgal eden ABD’den böylesi görüntülerin yansıması söylem analizi ve göstergeler üzerinden değerlendirme yapmak isteyenler açısından da epey malzeme sunuyor.

Amerikan demokrasisi ile özgürlükler ve ifade hürriyeti gibi temel kurucu değerler arasında doğrudan ilişki kuranlar veya bunun olmazsa olmazlığını kabul edenler bakımından bazı şeylerin değişip değişmeyeceği ayrı bir soru. Ama hem “özgürlük” getirmek iddiasıyla işgal edilen ülkelerde taş üstünde taş bırakılmayarak milyonlarca insanın öldürülmesi ve bu ülkelerin iç savaşa sürüklenmesi hem de kendi iç uygulamalarında demokrasi ve özgürlük adına değil hegemonya kurabilmek adına adımların atılması geniş kesimlerin dikkatinden kaçmıyor.

3 Kasım seçimleri sürecinde bunun en dikkat çekici yansımalarından biri seçim sürecindeki en normal prosedürlerin bile aksamasında görülürken diğeri de klasik ve dijital medyanın seçime müdahale anlamına gelecek uygulamalarında somutlaştı. Sosyal medya şirketlerinin Joe Biden lehine ve Trump aleyhine pozisyon alması “ifade özgürlüğü” gibi büyülü bir kavram üzerine inşa edilen imajı da yok etmiş durumda.

- ABD medyasının tarafsızlık miti

Amerikan medyasının tarafsız olduğu ve çeşitli ülkelerin medya organizasyonları tarafından örnek alınması gerektiği yönündeki söylemler de en az ABD’nin demokratlığı kadar küresel ölçekte pazarlanan bir olgu. ABD’nin Irak’ı işgal ettiği yıllarda Irak’ta nükleer silah bulunduğuna dair sahte delillerin ABD medyası tarafından yayınlanmasının küresel kamuoyundaki ikna ediciliğinin arkasında bu tarafsızlık mitinin o yıllarda daha baskın olması yer alıyor. Yıllar içinde bunun böyle olmadığı toplumlar tarafından görüldü.

2016’daki başkanlık seçimleri dahil olmak üzere şimdiki 3 Kasım seçimlerinde ABD geleneksel medyasının genel yayın politikasını Demokrat Parti lehine açıktan ilan etmesi tarafsızlık iddiasının bir iddiadan ibaret olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda AA Pentagon Muhabiri Kasım İleri’nin Kriter dergisinin Kasım sayısındaki yazısında verdiği bilgileri hatırlatmak yerinde olur: “Seçimlerde adaylara desteklerini açıklayan 88 yerel ve ulusal gazeteden sadece üçü Trump’a destek vereceğini açıkladı.Bunların arasında New York Times, Wall Street Journal, Washington Post, Time ve Atlantic de bulunuyor. (Bu arada Trump’ın tek dostu olan New York Post’un Twitter hesabı ise şirket tarafından Biden aleyhine bir haberinden dolayı 14 gün boyunca sansürlendi.) Benzer durum televizyonlar için de geçerli. FOX dışındaki ana akım televizyonlar arasında yer alan CNN, CBS ve MSNBC gibi kanallar koyu şekilde Trump karşıtı pozisyondalar.” [1]

Bu tablo aslında sadece sosyal medya şirketlerinin değil klasik medyanın da yaygın şekilde Trump’ın aleyhine çalıştığını ortaya koyuyor. Listeye Biden lehine şişirilmiş sonuçlar açıklayan anket şirketlerini ve Hollywood’u da eklemek gerekir. Amerikan medyasının pozisyonu genel olarak yarışan iki tarafa sayfalarını ve ekranlarını eşit şekilde açarak onlara demokratik bir yarış zemini sunma doğrultusunda değil bir tarafı diğer tarafa tercih etme ve dolayısıyla diğer tarafın kaybetmesi için elinden ne geliyorsa yapma anlayışıyla pratiğe aktarıldı. Bu davranış biçimiyle Amerikan medyası yarışan taraflar arasında mesajı taşıyan bir mecra olmayı reddetti ve doğrudan siyasi iktidarı belirleyen bir aktör olma çabasıyla yayınlarını şekillendirdi.

- Trump’ın mesajlarına sansür

Sosyal medya platformlarının yönetimine sahip olan ve genellikle “küreselci” olarak tanımlanan elit bir çevrenin Amerikan seçimleri sürecindeki uygulamalarına bakıldığında Biden lehine bir pozisyon aldıkları görülüyor. Gerek 3 Kasım’dan önce gerekse 3 Kasım’dan sonra Trump tarafından Twitter hesabından paylaşılan mesajların bir kısmı şirket yönetimi tarafından yayından kaldırıldı veya etiketlendi.

New York Times’ın 5 Kasım tarihli haberine göre Twitter tarafından 3 Kasım’dan bu yana (5 Kasım gecesi dahil) sansürlenen paylaşımlar Trump’ın paylaşımlarının toplamda yüzde 38’ini oluşturuyor. [2] Sadece 5 Kasım’da bloke edilen Tweet sayısı beş; hatta bunlardan birinde Trump sadece basın açıklaması yapacağı saati belirtmiş olmasına rağmen Twitter buna da uyarı etiketi ekledi. 4 Kasım’da bloke edilen veya etiketlenen mesajların sayısı ise üç. Seçim atmosferi süresince ilki 26 Mayıs’ta olmak üzere bloke edilen mesajların toplamıysa 15 civarında. Aynı süre içinde şirket Biden’ın herhangi bir Tweet paylaşımını ise bloke etmedi. Trump’ın bloke edilen paylaşımlarının içeriğini ise genellikle kendi iddiaları doğrultusundaki propagandası oluşturuyor.

Sadece Twitter değil aynı zamanda Facebook ve Instagram da Joe Biden lehine sürecin içinde yer aldı. Mesela Time’ın 5 Kasım tarihli haberinde Facebook’un Trump yanlısı bazı hesapları kapattığına değiniliyor. [3] Önceki kapatmalarla birlikte değerlendirildiğinde Facebook’un toplamda binlerce Trump yanlısı bireysel ve grup hesabını kapattığı görülüyor. Ayrıca hem Facebook hem de Instagram 4 Kasım’da Trump’ın yaptığı seçim konuşmasını takipçileriyle paylaşmasına engel olarak yine net bir pozisyon almış oldu.

Dolayısıyla Amerika’da hem geleneksel medya hem de sosyal medya platformları Trump’a karşı ortak bir cephe oluşturarak seçim sürecinin aktif unsurları olarak sahada yer aldılar. Amerikan başkanının sosyal medya platformları tarafından sesinin kısılması veya sansürlenmesi ise medyayı kimin kontrol ettiği sorusuna önemli bir cevap oluşturuyor. Trump da 6 Kasım’daki basın açıklamasında seçime büyük medya grupları, büyük teknoloji şirketleri, büyük sermaye ve bankalar tarafından Biden lehine müdahale edildiğini dile getirerek ipin ucunun kimler tarafından tutulduğunu vurguladı.

Aynı teknoloji ve sermaye gruplarının belirli lobilerin ideolojileri doğrultusunda yeri geldiğinde Türkiye gibi ülkelere karşı da böylesi uygulamaları devreye soktuğu biliniyor. Bu pratiğin belirli etik ilkeler doğrultusunda yapılmadığı ise aynı kurumların çıkarlarıyla uyumlu görmediği konularda sergilediği sessizlikle çoğu zaman kanıtlanmıştır.

- Sosyal medya şirketleri taraf

Kitle iletişim araçlarının ötekiler üzerinde hegemonya kurulmasında başat mekanizmalar olduğu veya olacağı yönündeki vurguyu haklı çıkartacak örnekler Amerikan seçimleri sürecinde sosyal medya platformları bağlamında bolca müşahede edilmekte. Geleneksel kitle iletişim araçlarının en temel özellikleri olarak belirtilen, dikey olarak kurumlarla toplum arasında hiyerarşik bir ilişkinin bulunması (yani, etkileşime kapalı olması) ve az sayıda yönetici-patron pozisyonundaki insanın geniş kitleleri yönlendirecek şekilde bilgiye ve mecraya hükmedebilmesi gösterilirdi.

2000’li yılların başında dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla birlikte bu eski medya düzeninin de tarihe karıştığı, onun yerine daha insani, etkileşime ve empatiye açık çoklu bir medya yapılanmasının geldiğine değiniliyordu. “Ağ toplumu” olarak tanımlanan yeni dönemin gazetecilik alanındaki kavramsallaştırması ise “beşinci kuvvet vatandaş gazeteciliği” bağlamında yapılmıştı.

Bu kavramsallaştırmayla birlikte yeni iletişim teknolojilerine dayalı şekilde yapılan gazeteciliğin sermaye ve iktidar arasına sıkışmış gazeteciliği arka plana iteceği ve ifade hürriyetine ve hak savunuculuğuna öncelik vereceği yönünde beklentiler vardı. Kuşkusuz böyle olması insanlık açısından daha faydalı olurdu fakat uzun zamandır varlığı yoğun şekilde hissedilen bir çifte standardın ve bahsedilen beklentinin tam aksi yöndeki uygulamaların yeni iletişim ortamlarında da baskın olduğu 3 Kasım seçimleri sırasında tüm boyutlarıyla belirginleşti.

Dolayısıyla belirli siyasi, ekonomik, kültürel çıkarların yön verdiği sosyal medya mecraları, bir ahtapotun kolları gibi bireysel ve toplumsal yaşamların en ince noktalarına kadar sirayet ederek yeni iktidar biçiminin kapsama alanını net şekilde gösteriyor. Küresel iletişim akışı üzerindeki kontrol mekanizması işleviyle teknoloji şirketleri yeni dönemdeki gözetim toplumunun da hem kurgulayıcıları hem de uygulayıcıları konumunda.

[İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Yusuf Özkır aynı zamanda Kriter dergisinin yayın koordinatörüdür]

[1] https://kriterdergi.com/yazar/kasim-ileri/medya-amerikan-secimlerinde-dorduncu-erk

[2] https://www.nytimes.com/live/2020/2020-election-misinformation-distortions

[3] https://time.com/5907902/stop-the-steal-facebook-group-trump-election/