Semra Eren Nijhar yazdı.Göç ve Gurbet yazı dizisi.Göç ve Gurbet olgusunu araştıran Semra Eren Nijhar 'Gurbet'i ve 'Gurbet kavramını' herkesin çok  yakından tanıdığı sanatçılara sorarak, Türkiye'de halkın ve sanatçıların bu konuda neler düşündüklerine ışık tutmaya çalışıyor.  Sosyolog, yazar ve belgesel yapımcısı olan Semra Eren Nijhar'ın bu sefer tanınmış sanatçılarla Göç ve Gurbet üzerine yaptığı söyleşiler her hafta  gazeteniz Avrupa'da

 

İLK BÖLÜM: EDİP AKBAYRAM

 

Ozanlarımız Anadolu’da gurbeti, hasreti ve özlemi anlatmışlardır

Dağların zirvesinden yayılarak yıldızlara dokuna dokuna, gökkubbenin derinliklerinden yüreklerimize akan bir sestir o. O sesin içinde hepimizin hüzünlenerek köşemize sığındığımız, haksızlıklara karşı kafa tuttuğumuz, sevginin yüceliğini duygularımızda damıta damıta aşka dönüştüren bir yorumun sahibidir Edip Akbayram.

O hep aynı çizgide devam eden, yönünü kaybetmeden, müziğinde Anadolu Pop Folk tarzından vazgeçmeyerek Anadolu şairlerinin ve ozanlarının eserlerini kendi üslup ve tarzıyla yoğurarak yorumlamış gerçek bir Anadolu çocuğudur. 

“Güzel günler göreceğiz” dizelerinde olduğu  gibi şarkılarında hep kardeşliği, barışı, sevgiyi ve dostluğu anlatmaya çalışmış, konserleriyle dünyayı dolaşırken, gittigi yerlerde sadece toplumun melodisi olmayı başaran bir sanatçı değil, aynı zamanda halkın nabzını da tutan bir insan olmuştur.

 

 

Edip Ağabeyi yıllar önce Berlin’de nasıl tanıdıysam, yine aynı. Saçlarındaki aklar biraz daha çoğalmış, o kadar. Delikanlı duruşu ile yılların onu yıpratmadığı hemen göze çarpıyor.  Pozitif enerjisi ile girdiği her yeri aydınlatan Türkiye’nin duyarlı, bilgeli, politik, külürlü ve insanlara umut dağıtan pop folk şarkıcısı olarak o yıllardan beri yoluna devam etmiş ve halen çağ ile yarışarak gençlere, geleceğe  bir şeyler bırakmaya çabalıyor. 

Buluşmamızda, “Hasretinle yandı gönlüm, yandı yandı, söndü gönlüm…” şarkısına dem vurarak, yorumladığı eserlerde bitmeyen hasret ve gurbet konusunu sorarak başladık sohbete.

Edip Ağabey, sizce sanatçılar gurbeti yaşıyorlar mı?

Sanatçılar da gurbeti yaşarlar. Müzikle içiçe olduğum 47 yıl boyunca Türkiye’yi karış karış gezdim ve dünyanın her yanına giderek konserler verdim. Şimdi bunu düşündüğüm zaman, evet sanatçının yaşamı gurbet sözcüğüyle özdeşleşiyor. Kendi ülkenizden ayrı 30-50 gün tura çıkıp konserler veriyorsunuz ve bir an geliyor, “Ah, şu turne bitse de, eve dönsem“ diyorsunuz. Berlin, Paris, Londra veya başka bir kent üç gün sonra bitiyor ve “Şimdi İstanbul’da olmak vardı“ diyorsunuz.

Çıktığınız turnelerde size gurbeti çağrıştıran etkenler nelerdir?

Duygulardır. Nerede ne kadar olursanız olun, gurbeti size hissettiren duygular vardır.  Bunu bana yurtdışında yaşayan birçok tanıdığım  insan da söylüyor. 

Bir örnek verseniz.

Bir gün Londra’da gecenin birinde karnım acıktı ve ancak bir McDonald bulup karnımı doyurabildim.  Ama örneğin İstanbul’da gecenin her saatinde açık bir restoran bulabilirsiniz. Bu sadece karın doyurma durumu değildir, aynı zamanda o şehrin enerjisidir, o şehrin hareketliliğidir ve bu hareketlilik de duygularınıza, hayatlarınıza yansır.

Ben örneğin Almanya’daki hayatı şahsen çok monoton buluyorum. Almanya’da işleyen monoton sistem beni sıkıyor ve birden kendimi sistemin dışında bulabiliyorum. Böyle durumlar da oraya kısa bir süre için gitmiş olsam da, o ülkede kendimi birden gurbette hissedebiliyorum. 

Ama Almanya’da doğup büyüyen ve yetişen insanlar o monoton dediğiniz sistem içinde sosyalizasyonlarını tamamlamışlardır. Almanya’da yaşayanlar da örneğin İngiltere’yi veya dünya kenti Londra’yı düzensiz, daha kirli ve kaos bulabiliyorlar.

Benim sosyalizasyonum Almanya’da geçmediği için doğal olarak böyle hissediyorum. Orada yetişenler, kültüre adapte olanlar, toplumun her devresini yaşayarak öğrenenler Almanya’daki sistemi monoton bulmayabilirler ve zaten bulmazlar da. Almanların yaşam şekli ve kültürü onların da yaşam şekli ve kültürü olmuştur. Benim monoton dediğim şeye onlar disiplin, düzen veya başka bir şey diyorlar.

Sanırım sizin oğlunuz da uzun yıllar Avusturya’da yaşadı.

Oğlum Viyana’da yaşadı, orada eğitim gördü ve oralı oldu. O ülkede bir Avusturyalı gibi yaşadı. Fakat orada eğitim almasına, o ülkede kendisini yabancı hissetmesmesine, o kültürü ve sistemi çok iyi bilmesine rağmen, ona yabancı olduğunu yaşadığı ülkenin insanları maalesef hissettirmişlerdir.

Hemen eklemem gerekiyor ki Avrupa’da yaşayan dördüncü ve beşinci kuşak gurbeti yaşamıyor. Orada herkes gurbeti yaşıyor diye de bir şey yok. Eminim Avrupa’da doğup büyüyen dördüncü ve beşinci kuşağın çoğunluğu artık gurbeti hiç yaşamıyor. 

Gurbet sorusunu iki yıl önce Almanya’da yaşayan onaltı yaşındaki yiğenime sorduğum da, “Teyze, was ist denn das? Was ist Gurbet?” yani “O nedir, Gurbet nedir Teyze?” diye sormuştur. Gurbet kelimesinin varlığını, kavramını ve o kelimenin içereğini bilmeyen ve aynı zamanda gurbeti yaşamayan bir nesil var Almanya’da.

Evet yiğenin gibi çok örnek var. Onlar için gurbet yok. Fakat Avrupa’da halen gurbette olduğunu söyleyen insanlar da var. Halen yabancı gibi yaşayan ve bulundukları topluma uyum sağlamayan insanlar da var. Maalesef hepsine, topluma entegre olanlara da olmayanlara da “Gurbetçi” deniliyor. Bu terminlojinin mutlaka değişmesi gerekiyor.

Avrupa’da yaşayan Türkler Türkiye’den gözlemlendiği zaman sizce nasıl görünüyorlar? Bildiğimiz gibi onlar yıllarca Türkiye’ye yatırım yapan ve döviz götüren insanlar olarak algılandılar.

Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız halen maalesef döviz getiren insanlar olarak görülüyorlar. Bu her zaman böyle oldu. İnsanların gittikleri ilk yıllarda çalıştıkları koşulları biliyoruz. Halen koşulları çok kötü olan ve çok zor şartlarda çalışan insanlarımız var. Bunları unutmamak gerekiyor. Ben bu insanlarla çok tanıştım, görüştüm ve dertleştim. Uzaklarda yaşamalarına rağmen gönül bağı olduğu ülkede hiç kimse döviz getiren insanlar olarak  algılanmak istemiyor. Ülkemizde bu görüşün hızla değişmesi gerekiyor.  

Ve Almancı kelimesi sürekli kullanılıyor. Sadece Almanya’da yaşayanlar için değil de örnegin İngiltere’de, Fransa’da veya Hollanda’da yaşayan Türkler için de kullanılıyor. Bu konuda ne düşünüyor sunuz?

Almanya ve Avrupa’da yaşayan vatandaslarımıza “Almancı” denmesi çok yanlış. Bu kelime doğru kullanılmıyor. İnsanları ötekileştiren, senden farklı olduğunu gösteren bir kelimedir. Olumsuzdur, negatiftir. Olumsuzluk insanlar arasında kopukluk yaratır. Kopuk olduğunuz insanlarla da dialog kuramazsınız. Avrupa’da ve Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımız arasında pozitif bir dialog oluşması gerekiyor. Bu bağın aslında çok uzun yıllar önce sağlanması gerekiyordu.

Peki sizce uzun yıllar Avrupa’da yaşamalarına rağmen insanlarımızın kendilerini halen gurbette hissetmelerini nasıl açıklayabiliriz? Bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Avrupa’da dışlanma var, ırkçılık var. Bu gerçek de sizi ötekileştiriyor ve yeri gelince sizin yabancı olduğunuzu, onlardan olmadığınızı, siz istemeseniz de size hatırlatıyorlar. Irkçılık olduğu için de orada yaşayan insanlarımız zaman zaman kendilerini yabancı hissediyorlar.Yabancılık duygusu gurbet duygusunu getiriyor  ve maalesef “Gurbetçilik“ devam ediyor.

Irkçılık çok kapsamlı ve geniş değerlendirilmesi gereken bir konudur. Ama, bize kısaca ırkçılığı körükleyen etkenlerden biraz bahseder misiniz?

Sosyal politikaların düzensizliği ve dengesizliği olduğu zaman ırkçılık körüklenir ve artar. Sosyal eşitsizlik, ekonomik eşitsizliğin ve önyargıların doğmasına neden olur. O zamana kadar sorun olmayan bir insan, yaşadığı toplumda kendinden farklı olan insana sadece dili, dini, ulusu, milleti ve ten rengi farklı olduğu için sorun gibi görülmeye (sistem içinde de gösterilmeye) başlar. Toplum içinde dışlanma baş gösterir ve bu da o kişinin maalesef yabancılaşmasına yol açar.

Sizce bu dışlanma Avrupa’da yaşayan Türk gençlerini nasıl etkiliyor?

Gençler kendilerini dışlanmış hissettikleri an doğallıkla bir  başkaldırı başlar. Şayet içinde bulunduğu toplum ve aile gençlerle ilgilenip sahiplenmez ise, sonuçları bazen kaçınılmaz kötü olur. Bu durumda gençlerin kendilerini toplumdan soyutlamasına, uzaklaşmasına ve ötekileşmesine neden olur. Ve işte o zaman da gençler iki kültür arasında sıkışıp kalırlar. 

İki kültür arasında sıkışıp kalırlar derken?

İki kültür arasında kalan gençlerin eksiklikleri oluyor. Ne İngilizce ne de Türkçe konuşabiliyorlar örneğin. Getto içinde bir çemberin, bir halkanın içinde yaşayan insanlarımız var. Yaşadıkları bölgede kuaför, kasap, bakkal, doktor, terzi, yani herkes Türk ve hepsi geldikleri ülkenin dilini konuşuyor. İngilizce ögrenilmiyor ve İngilizlerle dialog kurulamıyor, kültür anlaşılmıyor ve kültüre entegre olunmuyor. Dialog kurulamayınca ne oluyor? Kendinizi yine yabancı hissediyorsunuz ve yine kendinizi toplumun dışında tutuyorsunuz. Dili bilmek ve konuşmak çok önemli. Dili ögrenmek gerekiyor ve mutlaka oraya yeni göç eden insanlara  da dil öğretilmelidir. 

Aksi takdirde?

Aksi takdirde biraz önce konuştuğumuz gibi ırkçılık var dışlanıyorsunuz, karşı koyamıyorsunuz, toplum içinde haksızlık oluyor, baş edemiyorsunuz ve en önemlisi de dil yoksa bulunduğunuz ülkelerde yapmak istediklerinizi yapamıyorsunuz ve istediklerinize ulaşamıyorsunuz.

Sohbete sanatçılar gurbeti yaşıyorlar mı diye başladık. Şimdi biraz da bu konuyla devam etmek istiyorum. Bildiğimiz gibi türkülerimizde gurbet teması çok işlenmiştir. Bize biraz bundan bahseder misiniz? Sizce gurbet teması türkülerimizde neden bu kadar çok işlenmiştir?

Türkü formu bulunduğunuz coğrafyanın bir alt yapısıdır.

Yüzyıllardır Yunuslar, Mevlanalar, Pir Sultanlar, Bektaşiler vs. yaşadıkları coğrafyayı etkilemişlerdir ve etkilemeye de devam ediyorlar. 

Bu ozanlar özlemi ve aşkı çok iyi anlatmışlardır. Uzaklarda olan sevdayı, uzaklarda olan aşkı, uzaklarda olan köyünü anlatırken gurbeti işlemişlerdir. O ozanlar deyişleriyle, ağıtlarıyla ve şiirleriyle gurbet duygularını dile getirmişlerdir.

Gurbet aynı zamanda doğduğun topraktan uzak olmaktır. 

Yani gönüllü degil, gönülsüz yapılan bir eylemdir. 

Evet. İsteksizce, zorunlu yapılan bir eylemdir. İşte o ozanlar doğduğu yerden kopup gidenlere aşkı, özlemi, dünyayı, birliği, yaşamayı, hakkı, hukkuku, hasreti, sevmeyi ve buna benzer birçok şeyi anlatmışlardır. 

Bunu biraz daha açar mısınız?

Pir Sultan halkı anlatırken, Yunus Emre aşkı anlatmıştır.  Hacı Bektaş Veli birlik ve beraberliği anlatırken, Mevlana insanın kendi yolunu izleme felsefesini anlatmıştır. Ozanlarımız bu konulara değinmişler ve bizler de hepsi çok derin iz bırakmışlardır. Bıraktıkları izle her zaman sanatın içinde var olmuş ve farklı bir şekilde müziğin içinde kendini göstererek yer edinmişlerdir. Anadolu’nun her bölgesi bu yüce ozanları sanatında yeşertmiş, tekrar tekrar değerlendirmiş ve yaşatmıştır.

Bundan dolayı da gurbet Anadolu topraklarında yetişen herkesin bildiği ve yaşamadıysa da duyduğu bir terimdir, yani Anadolu’da bilinen bir olgudur. Bu konuda herkesin anlatacağı bir hikayesi veya duyduğu bir öyküsü vardır. 

Bana gençlik yıllarınızda yaşadığınız ve şimdiye kadar hiçbir yerde anlatmadığınız gurbet duygularınızdan bahsedecektiniz?

Anlatacaklarımı şimdiye kadar hiç  kimseye anlatmadım. Aslında gurbet olgusuyla ben çok genç yaşlarda tanştım. 18 yaşında üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldiğim de Aksaray’da oturuyordum. İste o dönem gurbeti çok yoğun yaşadım. Tanıdığınız yok, anneniz yok, aileniz yok, arkadaşınız yok, dostunuz yok, yani hiç kimseniz yok. Yalnızsınız. Kocaman, koskocaman şehrin içinde kendinizi yalnız, tek başına ve her şeyden uzak ama çok uzak hissediyorsunuz.

Ne kadar uzak?

Denize bakıyorsunuz, deniz büyük ama siz o denizi daha büyük görüyorsunuz. O büyüklğün içinde bir nokta gibisiniz, küçücük bir nokta. Kendinizi sahipsiz ve kırılgan hissediyorsunuz . Sanki herkesin ailesi var, annesi var dostları var ama  sadece sizin yok. Sevdiklerinizi özlüyorsunuz, hem de çok özlüyorsunuz. Hepsi burnunuzda tütüyor. Hasret yüreğinizde yer ediniyor, isteseniz de istemeseniz de o duygu sizi bırakmıyor ve yüreğinizin yandığını hissediyorsunuz.. 

Bu güzel sohbet icin teşekkür ederim.

 

Haftaya : Erol Evgin

 

- Hasan Cihat Örter

- İlyas Salman

- Tayfun Gültekin

- Timur Selçuk