Cumhuriyetin 91 yıllık tarihi içinde, başarılar ve başarısızlıklar tasnif edilse, sanırım başarısızlıklar ağır basar. 

 

Tarım toplumundan, sanayi toplumuna geçmemiz çok tartışıldı geçmişte.  Siyasi islamcılar, "ağır sanayi" hamlesi adı altında toplumu kandırmışlardı. Onların, İslami değerler adına yürüttükleri yalana dayalı propaganda, ne yazık ki  kitlelerce benimsendi. O dönemde edindikleri kitleleri aldatma silahları,  daha fazla işlev kazandı. 

 

"Aldatma", Ahmet Altan'ın romanının adı olmakla kalmadı, "aldatma", siyasi İslam için sermaye, kazanç kapısı, ülkenin yönetimi oldu.  

 

Bütün iyi niyetlerimiz ve en samimi duygularımızla, yoksulları "aldatma" silahlarından korumaya çalışmamız, yeterli olmadı. 

 

Rahmetli Aziz Nesin, "Zübük" adlı ünlü eserini yoksulların aldatılmaması için yazdı. Yüzlerce aydın, yoksulları koruma adına, kendilerini feda ettiler. Ne yazık ki, yoksullar, uyuşturucu bağımlısı olmaktan kurtarılamadı. Destek oldukları, peşlerinden koştukları siyasi figürler tarafından aldatılmaya, sadakaya mahkum edildiler. 

 

"Aldatmakla"  başlayan siyasi tarihimiz, aldatmayla devam ediyor. Gelinen evrede, aldatılan sadece yoksullar, ezilenler değil elbet. Kocaman bir uygarlık  sefil ediliyor. Kocaman bir tarih, ve ülke ayaklar altına alınıyor.

 

"Aldatma," reklam ve pazarlama aracı olmanın yanı sıra,  siyasi yükselişin, sömürünün de vazgeçilmez  aracı durumunda.  

 

Şimdinin saraylısı, zamanın Başbakanı, daha önce, “ben memleketi pazarlamakla mükellefim” dediğinde çok kızmışdık. 

 

Pazarlama, ticari bir kavramdır. Bir malın, alıcıya arzında kullanılır. Pazar bulmada reklam  bir araçtır. Siyasal İslamcılar, halkı, ülkeyi, tüm toplumsal değerleri ticaret malzemesi yaptılar.   Ülke kaynakları onlar için meta  değeri taşıyordu. Emek, iş gücü meta olduğu gibi, işçi kanı da metalaştı. Kurdukları kan pazarında, vicdanları ve inançları tezgah malı yapıldı. 

 

Reklam, duyurma, dikkat çekme, ilgi odağı olma anlamında ele alındığında, reklamın iyisi kötüsü olmaz dediler. Önemli olan ticaret ve pazara olan egemenlikdi. Devlet, ordu, hukuk, eğitim kültür, ticaretin emrinde olmalıydı. Öyle de yapıldı. 

 

“Anamız ağladı” diyene, “ananı bellerim” gibi bir çıkışla, “ananı al git” demek,  bakkalda  işçi çocuğa, “Yahudi dölü” deyip tokat atmak, gözü yaşlı anayı tehdit edip, 14 yaşında öldürülen çocuğu terörist ilan etmek,  maden ocaklarında ölen işçiler için, “bu işin fıtratı”  demek... Daha neler neler. Saymakla bitmeyen  “Büyük adam'ın”  küçük  sözleri. Hepsi reklam için söylendi.  

 

Yaşananları üst üste koyup, sonuç çıkarmaya çalışıldığında; büyüme, yükselme, makam ve mevki atlama yükseldikçe; küçülme, büzülme, sıradanlaşma, hatta maskaralaşma, ters yönde bir seyir izliyor.  Türkiye'nin, insan ve kalkınma denklemi  işte böyle.

 

İşte bu durumda, olumsuzluklar, makam ve mevki altında ezilip gidiyor. Bir ülkenin, kaderine yön veren olmakla,  bilgi, kültür ve insani değerler tersine dönüyor. 

 

Genişleyen bilgisizlik, bilgi gibi parlatılıyor. Bizde hep öyle oldu. Bilgisizler parlatıldıkca, büyüdü, şişirildi. Bilim adamı, ekonomist, ilahiyatcı, tarihci,  herşeyi bilen  yapıldı.  Kısacası,  cahillik, eğitim yoksunluğu, “soyut bilgi”, yönetim basamaklarında tırmanmanın aracı oldu. 

 

Bir anda ortaya çıkan, adı sanı bilinmeyen, tezleri tartışılmamış,  “bir ilim adamı”,  bilgi “Allah'ın elinde. Ondan sonra bizim, Türklerin elinde” olduğu söylemi, çizmeye çalıştığım portreyle uyumlu değil mi?  Yani tanrı,  Siyasal islamcıların bilgisayarı gibi. 

 

Çok eskimiş, nereden çıktığı da pek bilinmeyen, yeni fakat çok eskimiş  adamın tezleri içinde,  “Modern haritalar ilk olarak İslam dünyasında yapıldı” diyor.  

 

Arkasından birileri kalkmış belge istiyor!

 

Ne belgesi! Belge açık ortada.

 

İlim adamımız, bütün bilgiler “Allah'ın elinde. Ondan sonra bizim, Türklerin elinde.” Bu sözün kendisi  kaya gibi belge!  Ayrıca, adamın söylediği tartışılmaz.  “Allah'ın elinden... Türklerin eline” geçen bilgi ve belge  tartışma götürmez. 

 

Almanya'dan ithal yeni tarihçi, dünya medyasına düşen “Amerika'nın keşfi” tezinin kendisine ait olduğunu söylemiş. “Amerika’yı ...1178’de Müslümanlar keşfetti”  sözünü çok önce söylediğini ama, ilgi görmediğinden” dem vurmuş.

 

Söylemeden söylemeye fark var. Bazan, “söyletene değil söyleyene” bakılır.  “Dünya lideri söylerse” gündem olur. 

 

İlim Adamı Suyu çekilmiş kuyu gibi derin.  Ama, derinliği bir türlü  anlaşılmamış. 

Bir delinin kuyuya taş atması gibi, taş atmak, onlarca akıllıyı uğraştırmaya yeter.  

 

“Amerika’yı ilk  Müslümanlar keşfetti” sözünün dünyanın diline düşmesi, reklamcının vasfıyla ilgili.  Allah'ın “Türk'lere ve müslümanlara”  bahşettiği bilginin kullanımı için kıskançlığa  gerek yok. Sen malını iyi pazarlayamamışsan kabahat  dünya liderinde mi? 

 

Gerçekten  Amerika yeni keşfedilmiş gibi, bütün medya,  basın yayın organları bu konuyu tartışıyor. 

 

Böylece, reklam ve pazarlam yöntemi, konu mankeni üzerinden yeni bir gelişme yarattı.  Masrafsız tanıtım böyle olur!

 

Amerika’nın keşfi etrafında oluşan tartışma, reklama,  bilmeceye, hatta açık arttırmaya dönmüş durumda. 

 

Bu aşamada, Amerika’yı ilk keşfeden, Vikingler, Leif Eriksso, Kristof Kolomb, Amerika Vespuçi  ve “Müslümanlardı” tezi bence doğru değil. 

 

En doğru tez,  Amerika’yı Leyleklerin keşfettiği!  

Evet!  Bence,  Amerika’yı Leylekler keşfetti. 

Duygu Amber