Avrupa Ajansı (AVA) Londra-CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Londra’da, düşünce kuruluşu Chatham House’da yaptığı "Türkiye’de Demokrasi ve İstikrar" başlıklı konuşma şöyle: Şimdi siyasetçi eğer kendi politikasını popülizm üzerine inşa ederse ve o bağlamda aşama aşama demokrasiyi törpüler ve yok ederse farklı bir süreçle karşılaşmış oluyoruz. Bugün popülizmin demokrasiyi hangi noktaya getirdiğini pek çok ülkede görüyoruz ve bunun canlı tanığıyız aslında bizler, 21.yüzyılın canlı tanıklarıyız. Demokrasiyi kullanarak insanlar iktidara gelirler, ama iktidardan gitmemek için popülist yollara başvurarak pek çok sorunu toplumun gündemine getirirler ve demokrasi bir süre sonra bir bakarsınız ki, farklı bir noktaya evrilmiş, daha otoriter bir yapıya doğru giden bir ülke görürsünüz.
Popülist politikalar bunu nasıl hayata geçiriyorlar? Önce toplumun fay hatlarını, hassas olduğu noktaları kaşımaya başlıyorlar. Ne üzerinden? Örneğin etnik kimlik üzerinden siyaset yapmak. Böylece bir kesimi dışlayıp daha geniş bir kesimi kucaklamak gibi bir politikanın içine sokarlar kendi ülkelerini. Sonra inanç üzerinden siyaset yaparak yine demokraside herkesin inancına saygı gösterilmesi, herkesin kimliğine saygı gösterilmesi varken, kural buyken bu kuralın ağır ağır toplumdan dışlandığını görürüz.
“popülist bir siyaset”
Ve sonra bir üçüncü yol yaşam tarzı üzerinden siyaset. Eğer kimlik üzerinden siyaset, yaşam tarzı üzerinden siyaset ya da inanç üzerinden siyaset yaparsanız, popülist bir siyaseti güderseniz demokrasiyi ve düşünce özgürlüğünü bir süre sonra unutur hale gelir insanlar. Bu politikanın ülkeyi taşıdığı bir başka nokta var. Kişiler kendi günlük sorunlarını düşünemez noktaya gelebilirler. Yaşadıkları ülkenin sorunlarını da düşünemez noktaya gelirler. Çünkü olayları sadece ve sadece kimlik üzerinden, inanç üzerinden, yaşam tarzı üzerinden görmeye başlarlar. Popülist siyasetçinin toplumun önüne koyduğu böyle bir tablo ona süreklilik kazandırır iktidardan. Kaybeden kim? Kaybeden ülkenin kendisi. Başka? O ülkede yaşayanlar. Ve sonra toplum bir süre sonra gerilime teslim edilmiş olur. Daha gerilimli bir toplum. Düne kadar aynı binada oturup komşunuzun kimliğini veya inancını sorgulamazken, yeni sürecin sizi getirdiği nokta komşunuzun kimliğini ve inancını sorgulamaya başlarsınız. Ve dolayısıyla bir ayrışmanın temellerini popülist siyasetçi atmış olur. Bütün bunları niçin yapar? İktidarını sürekli kılmak için yapar. Bu demokrasiye verilecek en büyük zarardır ve bu aynı zamanda istikrarsız bir toplumun da temel taşlarını döşemektir.
“Kimlik, yaşam tarsi, inanç üzerinden siyaset”
Biz cumhuriyeti kurduğumuz zaman kimlik üzerinden, yaşam tarzı üzerinden veya inanç üzerinden siyasetin yapılmamasını her zaman önceledik. Herkesin kimliğine saygı, herkesin inancına saygı, herkesin yaşam tarzına saygı. İnsan olarak onun düşüncelerini özgürce ifade etmesi, karşılaştığı sorunları çözebilmesi, yargının bağımsız olması ve her kişinin can ve mal güvenliğinin olması, üniversitelerin bilgi ve bilim üretmesi, düşüncelerin özgürce tartışılabilmesi. Bütün bunların hepsi demokrasinin olmazsa olmazlarıydı. Ama popülist siyaset toplumu başka noktalara çekebiliyor. Dünyada örnekleri var bunun. Pek çok bilim insanı özellikle popülizmin toplumları nereye getirdiğini anlatıyor. Kitaplar yazıldı, öyküler yazıldı, günlük hayatta da bunları şu veya bu şekilde görebiliyoruz.
“sivil toplum örgütleri, üniversiteler, sendikalar”
Bu politikanın, yani popülist siyasetin ülkeyi getirdiği bir başka açmaz daha var. Hak arama, hakkını arama algısı törpüleniyor ve kişi hakkını arayamıyor. Olaylar sürekli başka bir yöne kişiyi evriltiyor, düşüncelerini başka bir yöne evriltiyor ve dolayısıyla insanlar hak arar noktaya gelemiyorlar. Bu gibi toplumlarda, yani popülizmin yoğun olduğu toplumlarda, popülist siyasetin yoğun olarak yapıldığı toplumlarda sivil toplum örgütleri de, üniversiteler de, sendikalar da kan kaybediyor. Çünkü onlar da hak aramanın çok daha ötesinde farklı düşüncelerin bir anlamda tutsağı oluyorlar.
“en büyük tehlike”
21.yüzyılda benim demokrasinin karşılaştığı en büyük tehlike olarak popülizmi görüyorum. Benim gördüğüm tablo bu popülizm. Toplumun bundan kaçınması lazım ve şunu yapmamız gerekiyor. İster Londra’da yaşayalım Birleşik Krallık’ta, ister Amerika Birleşik Devletleri’nde, ister Japonya’da, ister Almanya’da. Hep beraber bütün demokratların birleşmesi lazım popülist siyasete karşı bütün demokratların. Eğer demokrasi bir evrensel kuralsa ve bu evrensel kuralın da evrensel ölçütleri varsa kadın – erkek eşitliği gibi, yargı bağımsızlığı gibi, üniversitelerin özerkliği gibi. Bütün bu kurallar geçerliyse bu kuralları bütün demokratların ortak savunması gerekiyor.
“işçileribirleşsin”
Hani Marx’ın “bütün işçiler birleşin” çağrısı vardı, Karl Marx’ın dünyanın bütün işçileri birleşsin diye. Biz 21.yüzyılda dünyanın bütün demokratlarını birleşmeye davet etmek zorundayız. Çünkü şöyle bir sorunla karşılaşacağız. Herhangi bir ülkedeki demokrasinin yok olması ve istikrarsızlaşması o ülkenin sorunu olmaktan artık çıkıyor. İstikrarsız bir ülke diğer ülkelerinde sorunu haline geliyor bir süre sonra. Oradan beyin göçü başlıyor, sıradan insanlar göç etmeye başlıyor, başka yerlere, başka ülkelere gidiyorlar ve bu sefer ortaya daha farklı, daha tehlikeli olgular ve düşünceler çıkıyor ortaya. Daha güçlü milliyetçilik akımları çıkıyor ortaya. İnsanları dışlayan, ırk ayrımını öne çıkaran farklı düşünceler çıkıyor ortaya, farklı olaylar çıkıyor ortaya. O açıdan demokrasiyi her toplumda egemen kılmak hepimizin ortak görevi ve sorumluluğunda olması gereken bir olaydır. Olaya böyle bakmamız gerektiğini düşünüyorum.