Her şey Ryanair'den aldığım bir emaille başlayıp toplam dört günlük kısa ama unutulmayacak bir tatille sonuçlandı. Oslo beni beyazlarla kaplı, biraz soğuk ama tertemiz bir havayla karşıladı. Bu çok yakın mesafede olup da ilk defa gitme fırsatını bulduğum İskandinavya ülkesinde, herkes İngilizce konuştuğu için dil sorunu yaşamadım. Bu da ayrı bir rahatlık kattı.

Norveç ekonomisi ve yaşam standartları Avrupa’nın üstünde olduğu için, topluluğa girmeye gerek duymamış. Yaşam stili olarak da, bildiğimiz klasik burnu çok büyük olup da son zamanlarda ekonomik krize giren Avrupa ülkelerinden farklı. Kendine ait bir stili var.

 

 

2015 yılında Avrupa’nın en pahalı şehri seçilen Oslo’da Norveç halkına ülkelerinin ne kadar pahalı olduğundan bahsederseniz aldığınız cevap aynı “Burada maaşlar yüksek, bizi etkilemiyor”. Batı Avrupa ülkelerinde alıştığımız restoran ve kafeterya kültürü çok gelişmemiş, bu yüzden de 7&11 gibi dükkânlarda sosisli sandviç alan gençlere çok rastlayacaksınız. Restoranlar sadece turistlere hizmet geliyormuş gibi. 10 Pound’a Londra Oslo arası uçmuşken, her tarafı sularla kaplı ülkede balık çorbasına 14 Pound vermem biraz garip geldi. Paris’te soğan çorbasına da aynı fiyatı ödemişliğim olsa da, orası Paris normaldir diye düşünüyorsun. Fiyatlara çakılmamak lazım çünkü Norveç’i sevmek için o kadar çok neden var ki tarih doğa kültür sanat iç içe yaşanıyor. 

 

 

Oslo'da neler yapılabilir:

 

Oslo Vigeland yani heykeller Parkı: Gustov Vigeland’in 1906 ile 1942 yılları arasında yapmış olduğu 212 adet çıplak insan heykelinden oluşuyor. Her heykelin arasında durup resim çektirmek arzusuna kapılıyorsunuz, sanki birini atlasanız size darılacakmış gibi. Büyük bir alan içinde olan park, aynı zamanda yürüyüş koşma gibi aktivitelerin yapılması içinde çok müsait.

Opera Binası: 2007 yılında buz dağından esinlenmiş bu değişik bina turistlerin ilk uğradıkları yerlerden biri özellikle terasından şehrin seyredilmesi olmazsa olmazlardan.

Ünlü ressam Edwards Munch'un sahil kasabası olan Asgardstrand’daki evi ve çalışma stüdyosu ziyaret edilmeli, çığlık ve Madonna gibi ünlü tabloları bulunan sanatçının Munch müzesi kesinlikle görülmeli.

Viking Müzesi: 9. Yüzyıldan kalma Viking gemilerinin sergilendiği müzede ayrıca bu döneme ait çadırlar, mezarlar gibi eserler yer alıyor daha önce Viking müzesi gezmediyseniz kışın gidenler için iyi bir fikir olabilir.

Nobel Barış Merkezi: Oslo'da en çok ziyaret etmek istediğim yerlerin başında geliyordu. Merkezi konumu nedeniyle de aramakta hiç zorlanmıyorsunuz. Nobel barış ödülü Norveç tarafından verilmekte diğer ödüller ise İsveç. Alt katında geçici sergilerin yer aldığı binada üst katta Nobel Barış Ödülü alanların elektrikli fotoğraflarını göreceksiniz, karanlık bir odada olması ayrı bir hava veriyor. Beni en çok etkileyen de ilköğretim seviyesindeki öğrencilerin gruplar halinde getirilip gezdirilmesi. Ülkedeki okuma oranı yüzde yüz

 

 

Tjuvholmen Oslo limanında yer alan şehrin en yeni ve trendy bölgesi denilebilir. Güzel bir kafesinde oturulup manzara eşliğinde tadı bana göre biraz acı olan Norveç kahvelerinden içilebilir.

Norveç dediğimizde ilk aklımıza gelecek şey büyük ihtimal somon balığıdır, bunun yanında geyik kebabı ve balina eti de sıkça yenilenlerden. Tatlı olarak waffle’lari  deneyip de beğendiklerim arasında karışımın az olması nedeniyle vaktimi kafelerde oturup boşa harcamak yerine daha güzel bir şekilde değerlendirmek istediğimden genelde 2 Pound’a gelen kahve ve croiassant ya da kremalı rüyalarla ayak üstü geliştirdim.

Konaklama gerçekleşen çok pahalı. Nen gitmeden airbnb rezervasyonu yaptırıp 1898’de yapılan, içi yenilenmiş çok ferah ve şirin, merkezde multi kültürel bir semtte kaldım  Odamın çatı katı olması nedeniyle cami gökyüzünü görüyordu, yağan karın kıvrılarak cama düşmesi tarif edilmez bir güzellikti.

Haftaya görüşmek üzere