Henüz seçim süreci tamamlanmamasına rağmen, ABD’nin 46. Başkanının Joe Biden olduğu artık kesin gibi. 20 Ocak 2021’de göreve başlayacak olan Biden’ı hem küresel hem de ulusal anlamda çok zorlu bir dönem bekliyor. 

3 Kasım’da yapılan ve süreç olarak hala devam eden bu seçim; ABD tarihi açısından son 120 yılın en yüksek katılımlı seçimiydi ve yaklaşık yüzde 70’le rekor kırıldı. Aynı zamanda tüm dünyanın da çok yakından, ilgiyle izlediği bir seçim oldu. Bu bir dereceye kadar normal, çünkü ABD hala en büyük küresel güç ve politikaları -ister beğenin, ister beğenmeyin- dünyanın her köşesini farklı derecelerde de olsa olumlu veya olumsuz etkiliyor.

Trump Türkiye’ye Çok Zarar Verdi

ABD seçimlerine Türkiye’den yönelen ilgi ise dünya ortalamasının çok üzerindeydi. Bunun esas nedeni; iktidarın yandaşlarıyla birlikte Trump’ı ölümüne desteklemesiydi. Adeta kaderlerini Trump’ın seçilmesine bağlamışlardı. Trump için ekranlarda kavga etmekten Biden kazanacak diyenleri veya bu yönde seçim tahmini yapanları vatan hainliği ile yaftalamaya kadar yok yoktu! Muhalefetin sadece bir bölümü Biden’ı destekledi. Sanırım bunun en büyük nedeni de iktidarın karşısında konumlanma refleksiydi.

Trump, Türkiye’deki iktidarın ölümüne desteğini hak edecek kadar Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları lehine bırakın olumlu herhangi bir katkı yapmayı, zarar bile verdi, hem de çok! Trump; Türkiye’nin, ABD’nin ve NATO’nun terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD’ye yardım etti, parasını ödediğimiz F-35’leri vermedi, S-400’leri devreye sokturmamak için tehdit etti, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta Türkiye’nin karşısında konumlandı, Türkiye’nin çok haklı olarak Suriye’de Fırat’ın doğusunda başlattığı Barış Pınarı Harekatı’nı tehdit ederek durdurdu, hukuki süreç devam ederken tehdit ve hakaretlerle Rahip Brunson’ı geri aldı ve daha bir sürü operasyon yaptı. 

Trump İktidarı Çok Kolladı

Trump Türkiye’ye çok zarar verdi ama hakkını yemeyelim, iktidarı çok kolladı. Hatta geçen yıl ekim ayında gönderdiği ve iktidarın bizden sakladığı ama ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından basına sızdırılan mektupta “Senin bazı problemlerini çözmek için çok çalıştım” (I have worked hard to solve some of your problems) diyordu. Bunu tabii ki ülkenin problemleri için demiyordu! Çok açık değil mi? Trump; “Halk Bankası, Zarrab ve ABD Temsilciler Meclisi’nin aldığı mal varlığının araştırılması kararı konularını şimdilik hasır altı ettim, dediğimi yapmazsan gereğini yaparım’’ anlamında bu mektupla şantaj yapmıştı. 

Demem o ki; iktidar ve yandaşları Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları endişesi ile değil, kendi çıkarları ve siyasi ikballeri nedeni ile Trump’ı desteklemişler ve Biden’ın gelmesini istememişlerdi. Gerçekte ABD’de kimin seçildiğinin Türkiye için bir dereceye kadar önemi var! Türkiye için asıl önemli olan; nitelikli ve liyakatli kadrolar tarafından yönetiliyor olmaktır! Bugün Türkiye’de bunlar yokken, kim seçilirse seçilsin, kaybederiz!

Biden’ın Seçilmesi Değil, İktidarın Tekrar Seçilmemesi Türkiye’nin Çıkarına!

Türkiye’nin güvenliği, iç barışı ve çıkarları Trump’ın veya Biden’ın seçilip seçilememesiyle ilgili değildir! Türkiye’yi ekonomi başta olmak üzere her konuda iflas ettiren, kurucu ideolojimizle taban tabana zıt olan çağdışı Siyasal İslamcı ideoloji, Yeni Osmanlı hayali ve İhvancılık peşinde ülkemizi Ortadoğu bataklığına batıran, 4.5 milyon Suriyeliyi ülkemize doluşturan, demokrasiyi, hukuku, adalet duygusunu, insan hak ve özgürlüklerini yok etme noktasına getiren iktidarın tekrar seçilmemesiyle çok yakından ilgilidir!

Ayrıca sadece kabile tipi devletlerde lider ve iktidar değişince tepeden tırnağa her şey değişir. Çağdaş ve demokratik ülkelerde bu böyle değildir. ABD’de başkanlar arasında üslup ve politika farkları vardır. Ama Amerika’nın genel rotasını ve stratejisini çok büyük oranda değiştirmez, değiştiremezler.

Trump Değil Clinton Olsaydı Ne Fark Edecekti?

ABD’yi özellikle dış politikada ağırlıklı olarak Savunma Bakanlığı (Pentagon) ve Dışişleri Bakanlığı yönetir. Uzun soluklu planlar, oralarda akıllı, nitelikli, üst düzeyde eğitim ve öğretim almış ve seçilmiş kadrolar tarafından, farklı senaryolara göre seçenekleriyle hazırlanır. Tabii ki bu sürece katkı yapan başka yapılar da vardır. ABD Başkanları oluşturdukları yönetimle, önceliklerini de ortaya koyarak, üç aşağı beş yukarı bu genel planları uygularlar.

Dört yıl önce Trump yerine Clinton seçilmiş olsaydı; Çin ve Rusya’nın çevrelenmesi, Çin’in Kuşak-Yol Projesi’nin sekteye uğratılması, Büyük Ortadoğu Projesi’nin realizasyonuna devam edilmesi, bu kapsamda İsrail’in güvenliğinin sağlanması, PYD ile işbirliğine devam edilmesi, Suriye’de federal bir yapının arka planının inşası ve nihai olarak bölgede Kürt Devletinin kurulmasına giden kilometre taşlarının örülmesi, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, İran ve Avrupa’nın enerjide Rusya’ya olan bağımlılığının azaltılmasının desteklenmesi gibi belli başlı konuların sizce hangisinde radikal farklılıklar olurdu?

Papaz Okullarından Gelmediler!

Ayrıca Trump’ın dört yıl boyunca oluşturduğu yönetim kadrosu; devleti bilmeyen, ABD’nin “Büyük Stratejisinin” (Grand Strategy) ne olduğunun bilincinde olmayan, ABD’nin kurucu ideolojisine düşman ve papaz okullarından mezun olanlardan meydana getirilmemişti ki! 

Trump, dört yıl boyunca Exxon Mobil’den Rex Wayne Tillerson ve asker kökenli Mike Pompeo olmak üzere iki Dışişleri Bakanı, asker kökenli James Mattis ve Mark Esper olmak üzere iki savunma bakanı, yine asker kökenli Michael Flynn ve Raymond McMaster, Başkan Ronald Reagan döneminden beri her kademede devletin içinde çalışmış olan John Bolton ve son olarak askerin içinde de çalışmış hukukçu Robert O’Brien olmak üzere dört Ulusal Güvenlik Danışmanına görev verdi ve birlikte çalıştı. Yani Trump’ın seçtiği tüm kilit isimler ABD müesses nizamının içinden geliyordu. 

Trump Niçin Kaybetti?

O zaman akla gelen soru şu; “Niçin özellikle okumuş, entelektüel kesimlerden ve bürokrasi içinden Trump’a tepki geldi, kendisine karşı kampanya başlatıldı, seçimde yüksek katılıma ulaşıldı ve Trump kaybetti?” 

Çünkü Trump;

Alışılmışın dışında bir üslup sorununun olması, 

Bir devlet adamı gibi davranmaması, zaman zaman alay konusu olması,

Çok taraflı diplomasiye alerjisi,

NATO’ya ve müttefiklere yönelik umursamaz ve sorumsuz tavırları,

Geçmişi ve özellikle Obama dönemini kötülemeye çalışırken IŞİD’in desteklendiği gibi dünya kamuoyuna söylenmemesi gerekenleri söylemesi,

Demokratik gelenekleri ve kurumları tahrip etmesi, 

Toplumu bölmesi ve kamplaştırması,

Devleti bir şirket gibi yönetmeye çalışması, 

Devletin gücünü ticari ilişkileri için kaldıraç olarak kullanması,

Yabancı düşmanlığını körüklemesi ve dini istismar konusu yapması,

Diplomasinin ve devletten devlete kurumsal ilişkilerin ötesine geçerek, özellikle otoriter ve antidemokratik liderlerle yakın ilişkiler kurması,

Çok yalan söylemesi ve çağdaş dünya tarafından da antipatik bulunması nedenleriyle hedef  tahtasına oturtulmuştu. 

Yine de Seçilebilirdi!

Buna rağmen “Korona Salgını” olmasaydı veya iyi yönetebilseydi ve Afro Amerikalı George Floyd’un öldürülmesi sonucu çıkan toplumsal olaylar olmasaydı veya iyi yönetebilseydi; her şeye rağmen Trump yine de seçilebilirdi.

Trump’a Cumhuriyetçilerin bir bölümü oy vermedi! ABD’de askerler genellikle Cumhuriyetçidir. Ama askerler de ona oy vermedi! Trump, Cumhuriyetçilerin kalesi olan eyaletleri bile kaybetti. Bu olumsuz tavır partisine değil, Trump’a yönelikti! Trump’a öyle bir tepki vardı ki 2018’de Cumhuriyetçilerin önde gelen ve Amerikan siyasetine yön veren isimlerinden biri olan Arizona Senatörü, eski asker ve savaş kahramanı McCain’in cenaze törenine vasiyeti gereği Trump’ın katılması istenmedi ama eski Başkan ve Demokrat Partili Obama’ya cenazede konuşma yaptırıldı.