İngiltere ABD politikaları ile uyum sağlayarak, ulusal güvenliğini güvence altına almak için Huawei ile yollarını ayırdı. Bunun bir güvenlik meselesi mi yoksa devam eden ticaret savaşlarının bir uzantısı mı olduğu ayrıca tartışılmaya devam ediyor. Belki de bunların da dışında bir şey.

BUGÜN : ULUSAL GÜVENLİK MESELESİ!

İngiltere’de hükümetin aldığı karara göre, 2027 yılının sonuna kadar Huawie iletişim altyapısından tamamen çıkmış olacak. Neye mal olduğu önemli değil diyor Hükümet yaptığı açıklamada. Ama neye mal olduğunu bilmekte yarar var. Bu ayrılışın maliyeti yaklaşım 2 milyar pound. Ödemeyi kimin yapacağını sormaya gerek yok herhalde. Elbette dünyanın her ülkesinde olduğu gibi, İngiltere’de de faturaları halk ödüyor.

Bu tabi ki kararın sadece görünen bedeli. İngiltere’nin üçyıllık kaybının 7 milyar pound olması bekleniyor. Daha da önemlisi, Huawei İngiltere’de yaklaşık 28 bin insana da iş olanağı sağlayan bir ekosisteme sahip. Tahmin edeceğiniz üzere, insanların işsiz kalması ise kimsenin umurunda değil. Ha pandemiden işsiz kalmışsın, ha da iktidarın kararlarından dolayı; ikisi de hastalık.

Peki neden alındı bu karar? Hükümetin açıklaması özü itibarı ile, bunun bir ulusal güvenlik kararı olduğu yönde. Ulusal güvenlik ise zaten herkes için sihirli kelime. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, iktidarlar aldıkları kararları ulusal güvenlik ile ilişkilendirdiği halde akan sular durur. Etkisi ne olursa olsun, ister ekonomik sıkıntı yaşayalım, ister sosyal alan daralsın, isterse de kişisel hak ve özgürlükler ortadan kaldırılsın. Ulusal güvenlik bu, hiçbir şeye benzemez.

Peki bu kararlara karşı çıkılabilir mi? Elbette ki hayır. Eğer bir iktidarın aldığı karar ulusal güvenlik ile ilişkili ise, herkes uymak zorunda; susmak ve kabul etmek zorunda. Aksi halde en hafif ifadesi ile milli menfaatleri idrak edememiş kişi veya kurum, daha da ötesinde vatan haini olursunuz.

DÜN : NASIL BİR GÜVENLİK?

Huawei’nin riskli olduğunu söyleyen Trump bu istihbaratın güvenlik uzmanları tarafından kendisine verildiğini söylüyor. Yakın tarihimizi şöyle bir gözden geçirirsek, ABD’nin güvenlik uzmanlarının ne kadar doğru tespitlerde bulunduğunu rahatlıkla hatırlayabiliriz. Aynı istihbarat uzmanları olmayan silahlar iddiası ile Irak’ın yerle bir edilmesine de neden olmuşlardı. Hata yaptık dediklerinde ise binlerce insan çoktan hayatını kaybetmiş, bir ülke yerle bir olmuş ve halen devam etmekte olan bir çatışma ortamına girmişti bile.

Dünyadaki güvenlik uzmanlarının neyin güvenliğini sağladıklarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu uzmanların bugüne değin herhangi bir güvenliği sağlayabildiğine de şahit olamadık ne yazık ki. Bütün tespitler, milyonlarca insanın ya ekonomik ya da sosyal açıdan acı çekmesine neden olan kararlara neden oluyor. Daha da ötesi, yaşamların yıkılıp hayatların yitirilmesine.

Burada ne yıkılan diktatoryal eski Irak rejimini ne de yayılmacı Çin politikasını savunduğum düşünülmesin. Ancak İngiltere’nin Huawei’den ayrılma kararından bir gün sonra, boşalan yere talip olan Nokia’nın güvenilir bir altyapı sağlayıcısı olduğuna kim karar veriyor acaba? 

Çalışırken her ürettiğimiz satırı kontrol edebilen Microsoft yazılımlarının; evde, işte ve sokakta her adımımız takip edebilen Google’ın, ya da yüklerken kameradan mikrofona, konumumuzdan kontaklar listesine kadar her türlü yetkilendirmeyi bizden isteyen – ve esasen bunların hiçbirisi ile ilgisi olmaması gereken – uyduruk mobil uygulamalarıngüvenli olduğuna kim karar veriyor?

Buradan da anlıyoruz ki, iktidarlar tarafından dile getirilen ulusal güvenlik kavramının bireysel güvenlik ile hiçbir ilgisi yok. Temel olarak – ya da öyle olması gerektiğine inanıyorum – insanların yaşam haklarının korunması amacını güden ulusal güvenlik kavramının geldiği nokta da çok dikkat çekici.

Başta ABD, Rusya ve Almanya dünya üzerinde terörist kabul ettiği unsurlar ile mücadele ederken, karşılaştığı silahlar kendi savunma sanayilerinin sattığı silahlar. Hemen her ülke menşeli silahların bulunabildiği sıcak çatışma bölgeleri var dünya üzerinde.

Bugün biz dünya olarak bir kalıp peynirin, uyduruk bir pantolonun bile menşeini takip edebiliyoruz ama nerede üretildiği belli olan panelvan üzeri ağır otomatik silahın menşeini takip edemiyoruz. Terör unsurlarına kimin silah sağladığını sorduğumuzda hiçbir ülke üzerine almıyor. Biz onlara satmıyoruz, onlar başka yerden alıyor diyor. Biz bu başka yerin neresi olduğunu bilmiyoruz. Uyduruk bir atölyede dahi üretilebilecek av tüfeklerinin sayısını bilebiliyoruz ama bir operasyon yapıldığında ele geçirilen nitelikli mühimmatın nereden geldiğini bilmiyoruz. Belki biliyoruz da, sıradan insanlar olarak bizim haberimiz yok.

YARIN : ETİK BİR GÜVENLİK ANLAYIŞI İSTİYORUZ!

Güvenlik anlayışının, sadece ülkelerin ve insanların birbirine karşı savunulmasına odaklanması çok sürdürülebilir bir yaklaşım değil. Hatta insani de değil. Ancak insanın ve insanlığın güvenliği gibi ortak bir değere odaklanmak geleceğimizin sürdürülebilir olmasını mümkün kılacaktır. İnsanlığın önünde kendisinden çok daha kritik sorunlar bulunmakta bugün.

Kendimizi birbirimize karşı savunmaktan çok, iklim sorununa, buna bağlı olarak susuzluğa, açlığa ve pandemiler gibi yıkıcı sorunlara karşı korumalıyız. Bence güvenlik anlayışınınvizyonunu genişletmesi ve mevcut güvenlik kavramını bir daha gözden geçirmesi gerekiyor. Aksi halde dünyanın geleceğinde hiçbir zaman yerini bulamayacaktır. Bugün çok değerli olması, yarın da olacağı anlamına gelmiyor.

Güvenlik ve onun üst seviyede uygulaması olarak kabul etmemiz gerek ulusal güvenlik, esasen bir etik sorunudur. Güvenlik uzmanlarının, istihbarat ağlarının ve bunların sağladığı bilgiler ile kararlar alan siyasetçilerin güvenlik konusunu ele alırken önelikle etik bir çerçeveden bakmayı öğrenmeleri gerekir. Çok şey beklediğimin farkındayım. Bu zor bir konu. İyi niyetli olmak istyorum bu konuda. Siyasetçilerin bu etik sorunu çözerken gerçekten zorlanabileceklerine de inanıyorum.

Hal böyle iken, bir ülkede yaşayan insanların güvenliğinden bahsediyorsanız eğer, o zaman bu insanlara da danışmakta yarar var. İnsanların, ülkece alınacak ulusal güvenlik kararlarına katılmalarına olanak sağlayacak iletişim kanallarının ve yöntemlerinin geliştirilmesinin, sivil toplum yapılanmasının önündeki engellerin kaldırılmasının iyi bir adım olacağı açıktır.