Tanınmış ve bilinen sanatçıların çocukları, meşhur olan anne ve babalarının gölgesinden kurtulması zordur. O gölge o çocukları hayatları boyunca takip eder, kişiliklerini etkiler ve yapmak istediklerini zor kılar. Bu çocukların başarı sağlamları da zordur. Ama Timur Selçuk bilinenin aksine, genç yaşlarda bu çok zor olanı başarmış, müziğiyle kendisini kanıtlamış ve tanınmış bir sanatçıdır.

Dik, bilgili, dürüst, ahlaklı ve gerçek bir devrimci olarak yoluna devam ederken de babası Münir Nurettin Selçuk‘un “Kendine yakışır şekilde mücadele et” sözünü unutmamış ve 15 yıl hapisle yargılandığı yıllarda bile ülkesinden kaçmayarak, mücadele vermiş ve yurtdışına çıkmamıştır.

Bir sanatçı aydın olur. Olması da gerekiyor, fakat Timur Selçuk aydın olmanın ötesinde entelektüel bir sanaçıdır. Bunu sadece yaptığı müzikle değil, politik görüşünde de görüyoruz. Her zaman ahlaklı insan ve ahlaklı yurttaş olmak adına tavrını koymuş, duruşunu değiştirmeyerek teorik olarak da açıklamaya çalışmıştır.

Ve evet, besteci, orkestra şefi, yorumcu, ses sanatçısı ve piyanist Timur Selçuk’un asi ve sert olduğunu bizde duymuştuk. Göruşmek için yola koyulduğumuz da bizde böyle birisi ile karşılaşacağımızı düşünüyorduk, fakat bilinenin ötesinde bizi son derece mütevazi, samimi, güleryüzlü ve espirili bir Timur Selçuk karşıladı...

Semra Eren Nijhar Avrupa Gazetesi için yazdı. İşte Timur Selçuk röportajı

Semra Eren Nijhar : Timur Ağabey, bize gurbeti nasıl açıklarsınız? Gurbet nedir?

Ben önce gurbet olgusunun içine girecek temel bakışımı anlatayım.

Herşeyden önce birincisi ahlaklı yurttaş, ikincisi de ahlaklı insan olmaktır. Bunun burada hemen altını çizelim. Artık dünya buradan odaklanmak mecburiyetinde. Ahlaklı yurttaş üreten, paylaşan zulme ve zalime sessiz kalmayan insandır. Zulme sessiz kalmayan insan da, zalime boyun eğmeyen insandır. Bunların doğru kavranması ve hangi toprakta yaşanıyor ise ona göre değerlendirilmesi gerekiyor. Bunu ben kendimden yola çıkarak söylüyorum.

Semra Eren Nijhar : Bunu biraz açar mısınız?

Bu halkı bu topraklarda önce Türk beylikleri, sonra hilal ondan sonra da Cumhuriyet birleştirmiştir. Önce bunu doğru kavramamız gerekiyor. Sonra buradan yola çıkarak nerede olduğumuzu bileceğiz, üreteceğiz ve üretirken de nelerden yola çıkacağız, eksiğimiz nedir ve ihtiyaçlarımız nedir, bunları bulup değerlendireceğiz. Bunu yaparken de hangi zalimlere karşı çıkacağımızı belirleyeceğiz. Bu önemli ve bunlaı doğru analiz etmemiz gerekiyor. Ahlaklı yurttaş olursak, bütün dünyadaki ahlaklı yurttaşlarla birleşerek, ahlaklı insanı oluşturabiliriz. Böyle baktığımız zaman da göreceğiz ki pasaport, kimlik, şu bu değil, asıl önemli olan, ahlaklı yurttaşı oluşturan ‘temel değerlerle‘ birleşebilmek. Gurbet de bunun içinde ele alınırsa, benim için değerlidir ve yoktur. Bu açıklamadan kopuk gurbet anlatılamaz.

Anladığım kadar ile sizin için gurbet yok.

Özet olarak tepeden baktığımız zaman, daima söylediğim gibi gurbeti de bunun içinde bir yere koymamız gerekiyor. Gurbet yok! Benim içinde gurbet yok! Ahlaklı yurttaşların ve ahlaklı insanların yaşadığı İngiltere’de, Almanya’da veya Fransa’da gurbet olamaz. Hindistan’a gitsem, orada da ahlaklı insanlar vardır, o ahlaklı bir Hint yurttaşıdır. Eskimolular da da bu böyledir. Bu kadar! Önemli olan ahlaklı insan, ahlaklı yurttaş olmak.

Avrupa’da yaşayan Türklerle ilgili okuduklarınızı ve bildiklerinizi değerlendirdiğiniz de ne düşünüyorsunuz? Sizce genel bilgi nedir?

Kardeşlerimin orada kafaları çok karışık. Genel ahlak ruhu ve Cumhuriyet ruhu hakkında kafaları çok karışık. Olağanüstü kıymetli olan, zaman ötesi Mustafa Kemal ile kafaları çok karışık. Halbuki çok net, iki kitap da çok net, tabii okumayı bilene.

İki kitap derken?

Namaz kılmayı ve kuran okumayı iş olarak görmek değildir önemli olan, öncelikli olan yazılanları anlamaktır. Yapıyorsan başımın üstünde yerin vardır, o iki kitap çok önemlidir. Cumhuriyet değerleri, Kuvayi Milliye ruhu ve bir de dediğim gibi zaman ötesi değerleri bize aktaran son kitap. İkisi de devrimcidir, ikisi de zulme karşıdır. Daha güzel ne söylenebilir? Kuran ve Nutuk.

Peki sizce o kitaplar Avrupa‘da yaşayan yurttaşlarımız tarafından tam kavranmadığı için mi, bulundukları ülkelerde zaman zaman uyum sorunu yaşanıyor?

Öyle düşünüyorum. Kıtapların devrimci ruhunu anlamak lazım. Kuvayi Milliye’nin devrimci ruhunu, Cumhuriyet’in devrimci ruhunu Kuran‘daki devrimci ruhu anlamak lazım. O devrimci ruh, doğru emekten yana olandır. O doğru kavranmadığı için, tarikatlar, şıhlar ve cemaatler türer. Bunların hepsi Kuran indikten sonra kendi çevrelerini kaybetmeme adına, namazı şöyle kılacağız, abdest böyle alacağız, şu duayı böyle okuyacağız diye bir takım küçük ayrıcalıklar koyarak, kendi imparatorluklarını kurmaya çalışmışlardır. Bütün bu tarikatların ve tarikat gibi çalışan cemaatlerin altında yatan gerçek budur. Cumhuriyet ahlakı Kuvayi Milliye ruhu bir tanedir. Kuran‘da ki devrim ruhu da bir tanedir.

Bunlar doğru anlatılırsa, uyum sorunu azalır diyorsunuz.

Evet. Bunlar dogru anlatılırsa, bulundukları ülkelerde başka insanların peşine takılmaz, namazı kıbleye doğru yürekleriyle ve akıllarıyla kılarlarsa, bu yeterlidir. Ve uyum sorunu pek yaşanmaz.

Avrupa’da ki hükümetler sizce bu iki kitabın anlaşılmaması için çalışıyorlar mı?

Bunu da orada yaşayanlar anlayacak ve karşı çıkacaklardır. Ne dedim; üretmek, paylaşmak, zulüme sessiz kalmamak ve zalime karşı çıkmak.

Zulüme sessiz kalmamak bilgi ışığından geçer ve bilgi sahibi olmanızı gerektiriyor. Bilgi sahibi olmadan sadece birilerini dinleyerek, nasıl zulme karşıyım dersiniz? Ve zulüm eden kişi, tarikat, şıh veya her neyse hükümetler tarafından da destekleniyor ve benimseniyorsa, onları takip eden kişiler de bu konularda pek bilgi sahibi değillerse, o zaman o insanlar bilgisiz insanları takip ederler ve her söyleneni benimseyerek cahilce kabul ederler. Bizim zaman ötesi kitabımızı, Cumhuriyet olaylarını ve Cumhuriyet devrimini anlamak için akıl ister, bilgi ister.

Söylediklarinizi anlamak pek de kolay değil.

Cumhuriyet kitabımız zaten tamamen bilgiye dayalıdır. Aslında çok basit. Hepsi bu kadar. Aklı olan bakar, bilgiye dalar ve öğrenir. Ben iki üç senedir bunu söylüyorum. Önceleri bende daha derinlere iniyordum. Gerek yok! Hepsi bu, çok basit.

Anlattıklarınızla ilgili genel olarak solculardan ve solcu yalpazeden, özellikle de dine dayalı düşüncelerinizden dolayı eleştiri alıyor musunuz?

Solcu kardeşlerim Timur Selcuk namaz kılıyor, Kuran okuyor diyorlar. Kardeşim sana ne benim kuran okumamdan, namaz kılmamdan. Sana ne benim ibadetimden. Seni ilgilendirmez, ibadet gizlidir. Ben neye hizmet ettim yıllarca? Zulme ve zalime karşıyım ve her zaman da karşı oldum. Üretiyor muyum, paylaşıyor muyum? Kötülüklere karşı sessiz mi kalıyorum, sen ona bak ! Bırak ve geç din sohbetlerini, bu benimle onun arasında, yani ‘Yaradan‘ ile aramızda olan dialog, kimse karışamaz. Önemli olan ahlaklı insan ve ahlaklı yurttaş olmaktır.

Ve evet bizim solcularında salağı çoktur. Sadece sağın salağı çok değildir, solunda salağı vardır.

Eleştirenlere kısa bir yanıt veriyorsunuz ve sadece “Yaptıklarıma, urettiklerime bakın” diyorsunuz.

Haksızlıklar karşısında hiçbir zaman sessiz kalmadım ve dik durdum. Evet, üretiyor muyum, zalime ve zulüme karşı çıkıyor muyum, buna ve bunu nasıl yaptığıma baksınlar.

Yani müziğinize baksınlar..

Benim müziğim çok seslidir. Batı müziğinin çok sesliliğini, kendi ülkemin değerleri doğrultusunda birleştiriyorum. Batı müziği armonisini kendi ülkemin müziğine uygulayarak üretiyorum. Makamlarım bundan dolayı çok seslidir. Mücadelemi müziğimle, sanatımla veriyorum. Yaptığım besteler ve eserler mücadelimin ürünleridir. İnsanlar eleştirmeden önce dinlesinler ve o eserleri anlamaya çalışşınlar.

Gerçi gurbeti açıkladınız ama konumuz bu olduğu için “Almancı” terimi ile ilgili ne düşündüğünüzü sormak istiyorum. Bildiğimiz gibi ‘Almancı’ kelimesi sadece Almanya’da değil Avrupa’da yaşayan Türkler için de çok kullanılıyor. “Almancı“ kelimesini duyduğunuzda ne düşünüyorsunuz?

Hiçbir şey düşünmüyorum ve bende bu kelime hiçbir şey uyandırmıyor. Çok sıradan bir terim. Dolmuşçu, kurabiyeci ve simitçi gibi kelimeler nasıl hiçbir şey ifade etmiyorsa “Almancı“ kelimesi de hiçbir şey ifade etmiyor.

Timur Ağabey merak ediyorum, Avrupa’ya Türk işçi göçünün başladığı yıllardan beri o insanlara verilen “Almancı“ terimi, sizin için neden hiçbir şey ifade etmiyor? O kelime sizin için neden kurabiyeci ve simitçi gibi sıradan bir kelime olabiliyor?

O insanlar ne sıkıntılar yaşamış da, burada iş bulamamış da kalkıp uzaklara, yurtdışına gitmişler. Yazıktır, günahtır diyorum. Kendi ülkende ona çalışma imkanı tanısaydın da, o kardeşlerimiz oralara gitmeselerdi. O “Almancı“ kelimesi değil, onun derini ilgilendiriyor beni. O kadar yazık ki, o kardeşlerimin emeğine. Bu ülke onların emeğinden faydalanabilirdi. Benim ülkemin salak politikacıları niye o insanları oraya kaçırdı? Neden o insanlar göçmek zorunda kaldılar? Neden tanımadıkları, bilmedikleri ülkelere giderek orada yeni bir hayat kurmak zorunda bırakıldılar?

Çok derine dokunuyor o kelime, çok. Derinlemesine çok üzen ve bana dokunan bir kavram.

Uzun yıllar Paris’te yaşadınız. Ülkenizden uzak orada yaşarken kendinzi nasıl hissettiniz?

Kendimi hep Türk hissettim. Türk sanatçısı, dünya vatandaşı. Orada ki yaşantım Türkiye’de olduğu gibi bir sanatçı olarak devam etti.

1964’den 1975’e kadar Fransa‘da yaşadım, Fransız Besteciler Birliği üyesiydim ve halen de üyesiyim. Kendimi orada hiç yabancı hissetmedim. Dediğim gibi yaşamım sadece farklı bir ülkede, yine konserlerle, müzikle ve sanatla devam etti. Tabii Paris daha farklı ve başkadır. Örneğin İngiltere biraz daha sofistikedir. Fransa’da Paris’ten başka bir yerde yaşayabileceğimi zannetmiyorum.

Peki Fransa’da bir Türk sanatçısı olarak tanınmanıza rağmen neden 1975’te Türkiye’ye döndünüz?

Dediğim gibi Paris’te kendimi hiç yabancı hissetmedim. Orada rahat ettim ve beni olduğum gibi kabul ettiler. Fransızcam bir Paris’li gibiydi, Fransız olmadığımı anlamazlardı. Konumum herhangi bir Fransız vatandaşı gibiydi.

Nazım gibi büyük şairleri, hem Türkçe hem Fransızca okuduk, oradan eserlerimi tanıttık ve seslendirdik. O yıllarda Fransız televizyonun yaptığı listenin ilk 10’na giren tek Türk sanırım benim. Fakat ben Türkiye’de doğdum ve Türkiye’de yaşadım. Benim mücadelem burada, yoksa Paris’te çok rahat yaşardım. 1 Mayıs şarkısı söylediğim için 1980 sonrası yurtdışına çıkışım ve sonra da kendi ülkemde konserlerim yasaklandı. Fransa bana o yıllarda pasaport verecekti, kabul etmedim. Ben buralıyım, mücadelem burada ve burada ölceğim.

11 yıllık yaşamınız süresinde Fransa’da bir Türk sanatçısı olarak iz bıraktınız. Benim kaygım Avrupa’da Türk göçünün bıraktıkları ile Türklerin Avrupa’da kültürel, politik ve ekonomik olarak bıraktıklarının ilerde yok olmasıdır. Tarih neo-concular tarafından yeniden yazılıyor ve değiştiriliyor. Avrupa‘daki hükümetlerin ajandalarında değilseniz, toplumsal belleği oluşturan temel yapı kökünden yok ediliyor.

Semra’cığım, sen hiç merak etme. Bizi ve Avrupa’da ki tarihimizi yok edemezler. Evet, para sermayesi Avrupa’daki politikacıların da gözünü boyamış. Dünyayı yöneten bir sermaye meclisi var. Bu meclis farklı bir meclis, ulusların üstünde görünmeyen ama çok iyi çalışan ve işleyen bir meclis. Bu meclis dünyanın neresinde, ne zaman nelerin olmasına karar veriyor. Bunu görmek lazım. Bilmemiz ve unutmamamız gereken onların da her şeyi kolay kolay yok edemeyeceğidir.

İşte sohbetimizin başından beri ahlaklı yurttaş ve ahlaklı insandan bahsetmemin özeti budur. Zulme sessiz kalmayıp, zalime karşı çıkarak, üreten ve paylaşmanın önemini bilen insanlar olmamız gerekiyor. Bu değerleri yakalamamız çok önemli. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada ahlaklı vatandaşlar olarak birleşmemiz gerekiyor.

Semra Eren Nijhar: Bu gözel sohbet için çok teşekkür ederim.