AVRUPA AJANSI (AVA) LONDRA-İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneğin'inde üyesi olduğu Atatürkçü Düşünce Dünya Platformu, 'Yüz yıl önce, Sevr’i imzalayan Damat Ferit hükümetinin şeyhülislamı Mustafa Sabri, Anadolu’da işgalcilere direnenlere eşkiya demiş, Mustafa Kemal’e lanet etmişti.' sözleriyle başayan bir bildiri yayımladı. ADDP Bildirisi şöyle:

ADDP Başkanı Mevlit Deniz : "Yüz yıl önce, Sevr’i imzalayan Damat Ferit hükümetinin şeyhülislamı Mustafa Sabri, Anadolu’da işgalcilere direnenlere eşkiya demiş, Mustafa Kemal’e lanet etmişti.
Yüz yıl sonra bugün camilerde ezan okunmasını sağlayan Mustafa Kemal Atatürk'e lanet okumak en hafif tabirle emperyalizme uşaklık etmektir."

"Lozan'ın yıldönümünde Anıtkabir'i ilaçlama bahanesiyle kapatıp Ayasofya da büyük tantanalarla namaz kılanların asıl derdi Cumhuriyet ve Atatürk ile hesaplaşmak ve meydan okumaktır. Ancak unutulmamalıdır ki Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet, bu milletin ortak harcıdır onu yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Tarihte Atatürk'e karşı içerde ve dışarda savaş açanlar nasıl perişan oldular ve tarihin karanlık sayfalarında lanetle anıldılar ise bugün de bu değişmeyecek ve Atatürk'e küfür eden ve lanet okuyanlar kendi sözlerinde yok olacaklardır, ve aynı karanlık sayfalarda anılacaklardır."

"ADDP dernekleri ve yönetim kurulu adına Cumhuriyetimizin tapusu Lozan Antlaşmasının yıldönümünü kutluyor; Atatürk'ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığının mevcut başkanını derhal istifaya davet ediyoruz." 

İstanbul Sözleşmesi İptal Edilmemelidir

“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR”

"Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur."

- Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder, Büyük Düşünür Atatürk, Cumhuriyetin ilanından çok önceleri kadınların sorunları ile ilgilenmiştir. 1916 yılında Doğu Cephesi kumandanı iken yaptığı sohbetlerde kadınlara toplum içinde önem verilmesini, hatta çalışma hayatında eşitlikler sağlanmasını bile öğütlemiştir. Türk kadınının, Türk ailesinin çağdaş bir düzeye gelmesi için gerekli temeli kurmuş; “kadınların erkekler yanında bilinçli ve tümüyle” yer almaları için gerekli tüm yolları ışıklandırmıştır. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun ile kadınlara hukuki ve ekonomik yönlerden büyük haklar, güvenceler vermiştir. Eğitim alanında, seçme ve seçilme konularında kadınlara yepyeni ufuklar açmış, böylece kadın hakları konusunda toplumsal bilinç artmış, ve kadın hakları çok ilerlemeler göstermiştir. Bütün bunlara rağmen, birçok ülkede olduğu gibi, 2020 yılında Türkiye’de de kadın hakları istenen seviyelerden oldukça uzaktadır.

11 Mayıs 2011'de kabul edilen, 2014 yılında yürürlüğe giren ve 2019'un Mart ayında 33 devlet ve Avrupa Birliği tarafından kabul edilip onaylanan İstanbul Sözleşmesi, hem özel, hem de kamusal alandaki şiddeti yasaklayarak Türk kadını için yeni bir ümit ışığı olmuştur. Ancak, 8 yıl önce Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu bu sözleşme, bugünlerde iptal edilme tehlikesi ile karşı karşıyadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Aynı zamanda İstanbul Sözleşmesi metni, toplumsal cinsiyet ile alakalı şiddet ve ayrımcılığı temel alan ilk uluslararası belge olarak geçmektedir. İstanbul Sözleşmesi, şiddetin her türlüsüyle mücadele konusunda uluslararası işbirliğini öngörür. İstanbul Sözleşmesinin iptalini isteyen bazı aşırı muhafazakar güçler “toplumsal rollerin eşitlenmesinin aile kurumuna zarar vereceğini” öne sürmektedirler. Sözleşme’nin İslami değerlere uymadığını ve aile yapısına zarar verdiğini savunmak, kadınların mağdur edilmesine yol açmak demektir. Bu tür görüşler Türk kadın hakları hareketini en az 100 yıl gerilere götüren, Osmanlı zamanındaki kadınları baskı altında tutan görüşlerdir.

İstanbul'da 1913 yılında kurulan ve kadın haklarını savunan kadın derneği Müdafaai Hukuk-u Nisvan Cemiyeti, Çanakkale Savaşları sırasında kadınları, yaralı erkek askerleri tedavi etmeye çağırdıkları zaman, İslamda kadınların erkeklere temas etmesinin günah olduğunu savunan muhafazakar kesimden büyük itirazlar gelmiştir.

2020 yılında birtakım gerici güçlerin buna benzer itirazlarla, dini değer ve gelenekleri öne sürerek kadınlara verilen hakları geri alma çaba ve baskılarına sessiz kalmak; kadına şiddetin artmaya devam etmesine destek olmak demektir. Ne yazik ki bu çağ dışı zihniyet değişmediği sürece sadece kadına değil, çocuğa, hayvana, doğaya, birçok değerli şeye şiddet uygulamaları devam edecektir. İstanbul Sozleşmesi çocukları da korur.

En başlıca amacı “Kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesi” olan bu sözleşmenin dini geleneklere uymadığını savunmak, kadın cinayetlerine göz yummak demektir. İstanbul Sözleşmesinin iptali, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti'nin aile ve toplum hayatında kadın erkek eşitliğinin temellerini atarak Türk kadınını yücelten Atatürk’ün ideallerine ve ilkelerine de aykırıdır.

Bizler, İstanbul Sözleşmesine imza atıp onaylamış ülkelerde yaşayan dünya Atatürkçüleri olarak, bu uluslararası sözleşmenin iptaline karşıyız.

33 devlet ve Avrupa Birliği tarafından kabul edilmiş ve onaylanmış uluslararası sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olarak takdir edilmiş Türkiye’nin, bu birliği bozan ilk ülke olması da Türkiye için uluslarası sistemden çıkmış olması demektir ki, çağımızda böyle bir karar hem üzücüdür ve hem de KABUL EDİLEMEZ.

Atatürkçü Düşünce Dünya Platformu - ADDP

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DÜNYA PLATFORMU -ADDP'nin, Ayasofya'nın müzeden camiye dönüştürülmesine dair Basın Açıklaması:

“Ayasofya, insanlığın ortak kültürüne hizmet eden bir müzedir”

Bu yazının başlığı, 2014 yılında Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bir yayınında yer alan bir cümledir. 2020 yılına kadar Ayasofya’nın evrensel bir yapıt olduğunu, müze olarak kalmasının daha doğru olacağını savunan bir hükümet, bir anda kendi fikirleri ile çelişkiye düşmüştür, ve Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı'na devrini ve ibadete açılmasını öngören bir karar vermiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz Barış mesajlarından en anlamlı birini temsil eden Ayasofya Müzesinin statüsünü değiştirmek, Cumhuriyet hukukuna aykırıdır!

Bu karar, İstanbul’u yabancı ülkelerin işgalinden kurtarıp, Ayasofya ve nice diğer tarihi değeri Türkiye’ye kazandıran Büyük Atatürk’ün Türk milletine armağan ettiği hoşgörü, inanç özgürlüğü ve insanlık değerlerine aykırıdır!

Fatih Sultan Mehmet’in “irade beyanı”na dayandırılan bu karar, Türkiye Cumhuriyeti hukukunun geçersiz sayılıp, Cumhuriyet öncesi Osmanlı hukukunu geçerli saymaktır! Laikliği ve Cumhuriyet değerlerini hiçe saymak demektir! Dini ve manevi değerler üzerinden siyaset yapmak demektir!

Uzman hukukçuların Danıştay’ın kararı ile ilgili açıklamaları, “bu gerekçeyi kullanarak daha başka neler iptal edilebilir?” sorusunu akıllara getirecek kadar büyük endişeler yaratmıştır.

Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli, Atatürk imzalı Bakanlar Kurulu kararının Danıştay tarafından iptal edilmesinin yol açacağı sorunlar sadece hukuki değildir. Bu kararın tarihi, kültürel, siyasi ve hatta turistik ve diğer birçok boyutları da vardır. Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatı UNESCO’nun Dünya Kültür Miras Listesinde olan Ayasofya’nın statü veya fiziksel değişimi UNESCO Dünya Kültür Miras Komitesine danışılmadan yapılamaz. Bu bir uluslararası yükümlülüktür. Ancak bu yükümlülük bir kenara itilmiş, üstelik UNESCO’ nun, “Ayasofya’nın statüsünün karşılıklı görüşmeler yapılmadan değiştirilmemesi” mektuplarına cevap bile verilmemiştir. Hukukçuların uyarılarına göre de, uluslararası sözleşmelerle belirlenmiş yükümlülükleri yerine getirmeden verilen kararlar Anayasa’nın 90. Maddesine aykırıdır. Danıştay’ın sağlam bir gerekçeye dayanmayan kararı, laik cumhuriyet değerlerine uymamakta; uluslararası tepkilere yol açmaya devam etmektedir. Ayasofya’nın ibadete açılmasından önce bütün bunların dikkate alınarak Danıştay’ın kararını gözden geçirmesini ve açıklama yapmasını bekliyoruz.

Dünya Atatürkçüleri olarak, en başta “karakteri saydığı bağımsızlık ve özgürlüğü” Türk milletine armağan eden; demokratik, laik bir hukuk devleti kuran; dil, ırk, inanç ayrımı gözetmeksizin herkesi bir bayrak altında birleştiren; akıl ve bilim ışığıyla Türk ulusunu aydınlatan; barışçı ve insancıl dünya görüşüyle tüm dünyayı kucaklayıp insanlığa esin kaynağı olan Büyük ATATÜRK’ün düşüncelerini, uygulamalarını, ilkelerini ve barış ışığını yaşatmak, savunmak ve yaymak bizler için en büyük onurdur.

Atatürkçü Düşünce Dünya Platformu - ADDP