İSTANBUL (AA) -YÜKSEL SERDAR OĞUZ/BERKE ÇAPLI- 2018 yılının ortalarına doğru İngiltere Savunma Akademisi’nde İngiliz, Amerikan ve Fransız generallerinin önderliğinde elli üst düzey subay “kinetik etki” olarak ifade ettikleri sıcak savaşın, siber araçlarla nasıl desteklenebileceği üzerine yoğunlaşmıştı. Tartışmalar çerçevesinde siber harp genişletildi ve “bilgi harbi” olarak adlandırıldı.

Soğuk Savaş döneminin başında Sovyet stratejistler tarafından geliştirilen ve 2010 yılında “Rus Askeri Doktrini” olarak benimsenen konseptin temel argümanı ise deniz, hava, kara ve uzay kuvvetlerine ek olarak “bilgisayar ağları, elektronik ve psikolojik muharebe sistemleriyle entegre bir şekilde” yürütülecek bilgi kuvvetinin, bütüncül bir bakışla “beşinci kuvvet” olarak kabul edilmesiydi. Artık gerçek hayattaki eylemlerin siber âlemden bağımsız olarak düşünülmesi mümkün değildi.

İnternetin hayatımıza dahil oluşunun 30. yıldönümünü geride bırakmışken, geçtiğimiz hafta Yeni Zelanda’da yaşanan ve sosyal medya üzerinden canlı yayınlanarak milyonlarca kez seyredilen ve paylaşılan terör saldırısı da (bu beşinci kuvvetin içinde olduğu) yeni harp sahasının bir ürünü olarak temayüz ediyor. Saldırganlar etkilerini bilgi ve algı operasyonu olarak tasarlayarak, ayna efektiyle tüm dünyanın kendilerinden bahsetmesini sağladı. Zira saldırıyla hedeflenen gerçek zayiatı maksimize etmek olsaydı, katliam her aşamasında sosyal medyanın dâhil edildiği bir anlatı (narrative) ve karşı anlatı (counter-narrative) şeklinde kurgulanmayacak ve muhtemelen tahrip gücü daha yüksek olacaktı. Katliamın nasıl bir gösteriye dönüştürüldüğünü analiz etmeden önce, bu ve benzer siber algı operasyonlarının amaçlarına değinilmesi yerinde olacaktır.

Son dönemde benzer özellikler gösteren bu tür saldırıların temel motivasyonu, yarattıkları dehşet, öfke ve duygu karmaşasıyla birlikte kitleleri kutuplaştırmak; viral anlatılar üzerinden radikalize olan birey ve grup psikolojisinden yola çıkarak terör eylemini önce sosyal medyanın, ardından ana akım medyanın gündemine oturtarak yaygınlaştırmaktır.

Dijital platformlarda, spesifik konulara yönelik olarak üretilen sahte haber (fake news), yanlış (misinformation) veya kasten yönlendirilmiş (disinformation) içeriklere yönelik çalışmalar, bilgi tüketicileri olan kullanıcıların taraftar olmaya eğilim gösterdiklerini ve inandıkları görüşleri bütün kanıtları reddederek savunduklarını ortaya koyuyor. Hatta karşıt görüşlerin ve kanıtların, var olan kanıları aksine dönüştürmek yerine, beyin korteksindeki ağını ve yerini güçlendirdiğini, aynı zamanda taraf seçerken gerçekler yerine, var olan hayat stiline ve ön inançlara göre tercihte bulunulduğunu vurguluyor.

Özetle, taraflar “yankı odaları” ve filtre balonlarıyla çevrelenmiş, üzerlerine boca edilen sahte içeriklerle birbirlerine karşı konuşmaya başladıkça aralarındaki uçurum artmakta, inançları keskinleşerek uzlaşı yolları kapanmakta ve çatışma kaçınılmaz hale gelmektedir.

- Bir manipülasyonun anatomisi

Bir bilgi, anlatı olarak aktarılırken, anlatıcı kasıtlı veya kasıtsız olarak kullandığı kelimeler veya görsel ipuçlarıyla (ön koşullandırma), algılayan bireyin bilgiyi nasıl anlayacağını etkileyebilmektedir. Aynı şekilde, sunulan bilginin farklı anlatı veya bakış açılarıyla çerçevelendirilerek algıdaki yeri de değiştirilebilir.

Saldırgan Brenton Tarrant da terör eylemini gerçekleştirmeden bir süre evvel kendi adına açılmış sosyal medya hesapları üzerinden, çoğunlukla kültürel tonlara sahip ırkçı, göçmen karşıtı ve İslam düşmanı görüşlerin yer aldığı paylaşımlarda bulunmaktaydı. Özellikle 2000 sonrası doğan ve “Z kuşağı” olarak ifade edilen yüz binlerce gencin gerçek, sahte, trol veya anonim hesaplarla yer aldığı popüler forumların sinik, mizahi ve ironik diline uygun bir strateji geliştiren terörist, planlanan saldırıya dair özenle hazırlanmış ipuçları sundu.

Saldırının hemen öncesinde terör eyleminin sebeplerinin, çeşitli soru ve cevaplarla birlikte yer aldığı bir metin, Tarrant adına açılmış sosyal medya hesapları üzerinden dolaşıma sokuldu. Katliamın ardından milyonlarca kez paylaşılan ve özellikle büyük ölçekli medya organları tarafından manşetlere taşınabilecek kalıp ifadeler barındıran dokümanda, ilham aldığı isimlerden hedef aldığı kişilere dek bütün bilgilerin sosyal medyadaki tüm anahtar kalıplarla sunulması da ihmal edilmemişti. Benzer bir şekilde, katliamın canlı olarak yayınlandığı 17 dakikalık videoda da kullanıcılar, 67 milyon takipçisiyle YouTube’un “en popüler kanalına” abone olmaya davet edilmiş, kullanılan silahlar dahi bir arayüz haline getirilerek üzerlerine internet dünyasında viral olmuş isimler, tarihî, kültürel ve siyasi semboller yazılmıştı.

Öncesi ve sonrasıyla aşırılık yanlısı yapıların kullanmakta olduğu mitolojik ve mistik sembollerle bezenmiş, arka planda çalan müzikler ve internet çağına özgü ifadelerle alt metni kurgulanarak viral dolaşımı hedeflenmiş bir algı operasyonuyla karşı karşıyayız.

Yeni Zelanda ve Avustralyalı yetkililerin verdiği bilgiler, tüm ırkçı, göçmen karşıtı ve İslam düşmanı paylaşımlarına karşın, saldırganın daha önce güvenlik birimleri tarafından takibe alınmadığı yönünde. Terör eylemini canlı yayınlayan Tarrant’ın Twitter hesabı geçtiğimiz Şubat ayında açılmış; Facebook sayfasında ise saldırıdan önceki Çarşamba gününe kadar gözle görülür bir hareketlilik saptanmıyor.

Terör eyleminin öncesi, sonrası ve gerçekleştirilmesi esnasında stratejik içeriklerin seçildiği bir anlatı kurgulanarak ana akım medyada, dijital platformlarda ve politik ortamlarda bu sembollerden ve kültürel vurgulardan bahsedilmesinin özellikle planlandığı, böylelikle algoritmalar ve medya üzerinden, bir sarmal etkisiyle, terörün asıl amacı olan daha geniş kitlelere ulaşmanın hedeflendiği anlaşılıyor.

Nitekim saldırganın üyesi olduğu sosyal platformlarda gençlerin mesajları, video kaydında zikredilen YouTube kanalının kurucusunun karşı açıklamaları, sosyal medyada milyonlarca takipçisi bulunan kullanıcıların paylaşımları, terör eylemini bir anda Silikon Vadisi marifetiyle küresel ölçekte medyanın ve uluslararası siyasetin gündemine soktu.

- Arttırılmış gerçeklik ve algoritmalar

Öte yandan Yeni Zelanda saldırısı (internet fenomeni olan katliam öncesindeki "selfie" sahnesi de dahil olmak üzere) “arttırılmış gerçeklik” kullanarak şiddeti birinci gözden kitlelere yaşatan ve izleyicileri kameranın gözünden birer saldırgana dönüştüren bir konsept taşıyor.

Video içeriğinin, seyredenleri heyecan ve dehşete sürükleyerek paralize edecek şekilde kurgulandığı, şiddet görüntülerinin moderasyon ekipleri ve yapay zeka bazlı kontrol timi tarafından algılanamaması için, özellikle Facebook veya YouTube ortamlarında kullanıcıların sıkça paylaştığı FPS (first-person-shooting) simülasyonları şeklinde tasarlandığı, ayrıca her bir kullanıcının videoyu seyretmesi, yeniden yüklemesi ve inanılması güç bir hızla farklı platformlara taşıması sonucunda, teknoloji devlerini çaresiz bıraktığı görülüyor.

Özellikle son dönemde İngiltere başta olmak üzere bazı ülkeler, sahte içeriklerin engellenmediği, aşırıcı görüşlerin yayılmasına neden olunduğu ve kullanıcıların kişisel verilerinin ticari gayelerle üçüncü taraflarla paylaşıldığı gerekçesiyle, bu firmalara yönelik çeşitli düzenlemeler talep ediyor.

Her ne kadar şiddet barındıran, manipülatif veya sahte içerikler, milyonlarca takipçisi olan kanallar tarafından yayılmakta ve bu platformlar hakarete, nefret söylemine, kutuplaşmaya ve radikalizme alan açmaları nedeniyle dünya çapında sıkça eleştirilse de, tıklanma ve etkileşime dayalı reklam gelirlerinin yanı sıra, küresel şirketlerin yatırımlarıyla birlikte, onlara sunulan büyük veri ve kişiselleştirilmiş içerikler, bu alana ilişkin somut adım atılmasını zorlaştırıyor.

- Algı operasyonları ve taraftar kutuplaşması

Mevcut durumda algı operasyonlarının ana adresinin sosyal medya olduğu anlaşılıyor. Ancak Princeton Üniversitesi tarafından sahte içerikler üzerinde yapılan bir araştırma, sahte haberlerin ilk ortaya çıktığında sosyal medyada çok sınırlı sayıda kişi tarafından görüldüğünü, ana akım medya tarafından “sahte içerik” olarak haberleştirildiğinde ise ilginin ve inanan sayısının arttığını ortaya koyuyor. Yani sosyal medyanın etkisi, ilk etapta zannedildiği kadar güçlü değil; aksine, asıl yayılmada rol oynayan başat aktör ana akım medya olmaktadır.

İlginç olan, sahte habere yönelik doğrulama çabalarının, maksadın tam tersi bir etki icra etmesidir. Araştırmacılar bu durumu “taraftar kutuplaşması” ile açıklıyorlar. Bir deneyde bireyler değerleri ve hayat tarzları göz ardı edilerek, daha önceden hiç bilgileri veya inançları olmayan iki farklı gruba bölünmüşlerdir. Grupların birbirlerine ters düşecekleri ortam yaratıldığında, içinde bulundukları oluşumlara hiçbir aidiyet duymadıkları halde, kendi gruplarını savundukları ve karşı gruba tepki gösterdikleri tespit edilmiş. Bu duruma “taraftar ön yargısı” deniliyor.

Bir başka araştırmada ise kesin inançları ve bakış açısı bilinen bireylere, sahip oldukları bilgilerin aksini kanıtlayan anlatılar ve mevcut bilgilerini destekler mahiyette anlatılar sunulmuştur. Çalışmanın sonucunda, bireylerin sahip oldukları inançları ve bilgileri destekleyen okuma parçalarını daha fazla okudukları ve akılılarında kalma oranlarının daha fazla olduğu görülmüştür. Hatta enteresan bir şekilde, karşıt bilgileri okuyanların inançlarının daha kesinleştiği ve akıllarındaki yerinin arttığı gözlenmiştir.

Yukarıdaki bulgulardan yola çıkılarak Yeni Zelanda’da yaşanan katliam bir algı operasyonu açısından incelendiğinde, amacın, bireyleri ikna edici bilgiler vermek yerine, konuyu ana akım medyaya sosyal medya aracılığıyla taşımak olduğu görülüyor. Nitekim algı operasyonlarında beklenen, iki uç kesimin birbirine nefret kusarken “biz/onlar” algısının ortaya çıkmasıdır. Bir taraftan saldırıyı onaylayanlar güç kazanıp cesaret alırken, diğer yandan saldırıya karşı olanların gösterdiği tepki tarafların keskinleşmesine yol açacaktır. Saldırganın yaptıklarını hiçbir şekilde onaylamayanlar dahi, mesele konuşuldukça kendilerini bir tarafta bulacaklardır.

Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında, katliamın üstünden birkaç gün bile geçemeden, vaka bir kenara bırakılarak taraflar birbirleri hakkında konuşmaya ve tartışmaya başlamıştır. Bu durum algı operasyonun başarılı bir şekilde başlatıldığını ve kitlelerin bu yeni nesil terörizmin biçtiği rolleri şimdiden oynamaya başladığını göstermektedir.

Yapılması gereken, bu tür yapılandırılmış bilgi ve saldırılar söz konusu olduğunda soğukkanlı ve ihtiyatlı davranmak; teröristlerin yegâne amacının, dehşeti mümkün olduğunca geniş kitlelere yayarak kutuplaşma ve taraftarlığı provoke etmek olduğunu hatırda tutarak bu tür tuzaklara düşmemektir.

[Anadolu Ajansı muhabiri olan Yüksel Serdar Oğuz stratejik iletişim, kamu diplomasisi ve yeni medya politikalarına odaklanmaktadır]

[NATO Siber Güvenlik Teknik Çalışma ve Araştırma Komitesi Başkanı olan Levent Berke Çaplı araştırmalarında çok-katmanlı gelecek harp sahası ve veri odaklı siyasi karar destek dönüşüm süreçlerine odaklanmaktadır]