Bugüne dek ayıp olmasın diye “Vur ensesine al lokmasını” dememek için, ama bundan daha da acıtıcı şekilde kendisine “kayıp kuşak” denilen X kuşağına selam olsun!

Şimdi bu kayıp kuşak, tüm yeteneklerini kullanarak küresel ölçekte karşı karşıya olduğumuz ağır bir faturayı ödemek zorunda. Eğer bir yarınımız olacak ise, bu kayıp kuşak büyük ihtimalle gelecekte “kurtarıcı kuşak” olarak anılacak.

BUGÜN : ACI TABLONUN AĞIR FATURASI...

Bugün, zaten çoktandır içinde bulunduğumuz insanlık krizine, isim koyabildiğimiz bir dönemi yaşıyoruz: Pandemi. Dünyanın zaten birikmiş olan sorunlarını da pandemi ile açıklamaya çalışıyoruz. Ekonomi kötüye gidiyor, pandemiden. Ortak yaşam alanlarından uzaklaştık, pandemiden. Eşit- sizlikler derinleşti, pandemiden. İnsanlar ölüyor, pandemiden...

Kısa ama acı bir bilançodan bahsetmekte yarar var. Bugün pandemiden ölenlerin sayısı 750 bine yaklaşmış durumda. Diğer ölümlere baktığımızda ise şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz. Yılbaşından beri 8 milyon kişi bulaşıcı hastalıklardan, 5 milyon kişi kanserden, 1 milyon kişi HIV/AIDS’den, 600 bin kişi sıtmadan hayatını kaybetti. Daha da acısı, beş yaşın altında 4 milyon 7 yüz bine yakın bebek yaşamını yitirdi. Buna karşılık kanser dâhil bu ölümlerin önüne geçebilecek bilgiye sahibiz. Peki ya yerinden edilenler, sistemin işlememesinden kaynaklanan sorunlardan dolayı doğdukları yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalanlar? Bugün dünya üzerinde resmi olarak kabul edilmiş 70 milyonun üzerinde mülteci var. Yani neredeyse Türkiye nüfusu kadar insan, özlem duydukları evlerinden uzakta, insanlık onuru ile bağdaşmayan yaşam koşullarında hayata tutunmaya çalışıyor. Bir de zorunluluktan bulundukları ülkelerdeki, insanlıktan nasibini alamamış geri zekâlı sözde milliyetçilerin saldırıları ile cebelleşiyorlar. Küresel ölçekte enerji ihtiyacının yüzde 85’ini fosil kaynaklardan sağlayan dünyanın 15 bin gün yetecek petrolü ve 57 bin gün yetecek doğal gazı kaldı. Hal böyle iken güneş her gün günlük ihtiyacımızın onlarca katı enerjiyi dünyaya gönderiyor. Yani bu sorunu da çözebilecek bilgiye sahibiz.

Daha da kritik bir sorunumuz olan suya bakalım. Bugün 800 milyon insanın sağlıklı içme suyu kaynaklarına erişimi yok. Her yıl 1 milyona yakın insan suya erişemediği için hayatını kaybediyor. Hani şu musluktan akan sudan bahsediyoruz. Bütün bu sorunları yüzlerce kat büyütecek iklim felaketi ise artık kapımızda bile değil, haneden içe- ri girmiş durumda. Peki neden ve nasıl oluyor da çözemiyoruz bu sorunları?

DÜN : DARBELERİN BASKISI ALTINDA...

Ekonominin neredeyse tüm aktörlerinin pek hoşuna giden kuşak tanımlamaları benim pek taraf olmadığım bir sınıflandırma. Kuşakları astrolojik burçlar gibi açıklayan ve insanlara siz birbirinize benzemiyorsunuz, tercihleriniz ve davranışları- nız da farklı düşüncesini işleyen anlayış ile uzlaş- makta güçlük çekiyorum. Çünkü bu durum, öncelikli gerçek konularımız olarak, sınıfsal ezilmişliğimizi ve yaşadığımız eşitsizlikleri görmemizi zorlaştırıyor.

Peki neden anlattım bütün bunları ve yaşadıkları- mızın bizim kayıp kuşak ile ne alakası var? Aslında kayıp olan bizim kuşak değil sistemin kendisi. Binyılın son yirmi senesini, güdük vizyonu ile sadece büyümeye odaklanarak ve bizi bugün nerelere getireceğini düşünmeden geçiren sistem ve onun yarattığı heyulanın içinde kendini var etmeye çalışan bir kuşak.

İnsanlık tarihinde yaşanmış olan tüm darbe ve darbe girişimlerinin yüzde 24’ünü, 20. Yüzyılda yaşanan darbelerin ise yüzde 36’sını yaşamış bir kuşaktan bahsediyoruz kayıp kuşak derken. Neredeyse tamamı faşist darbelerin baskıcı sosyal ve ekonomik ortamında kendisini var etmeye çalı- şan, düşünmeye ve üretmeye çaba sarf eden bir kuşak X kuşağı.

İşte bu ortamın boğucu yıllarında sorumlulukla ve disiplinli bir şekilde üreterek geleceği inşa eder- ken, bir yandan da felsefesini, ideolojisini koru- maya çalışan insanlar.

İçinde bulunduğu sistemin bütün pisliklerini en ince ayrıntısına kadar anlamış, tüm silahlarını ta- nıyan ve bunları yok etmenin yollarını da bilen, yüksek donanımlı ama son derece de yaralı ve bitkin bir kuşak X kuşağı.

Üst kuşağı tarafından ideolojisizlikle, alt kuşakları tarafından ise çağ dışılık ile yargılanıyor. Yalnızlaş- tırılmış, ekonomik prangalar ile yerine çakılmış ve boynuna asılan “kayıp” yaftasını çıkartacak moral ve motivasyondan yoksun bir kuşak. Oysaki düşünsel üretkenlik açısından ise en verimli çağla- rında.

YARIN : KAYIPTAN KURTARICI OLMAYA...

Şimdi bu kuşağın en verimli üyeleri yaklaşık 50 yaşlarında. Pısırıklaştırılarak aşağılandığı yılların ardından, kalan kısa ömrünü değerli kılmaya çalı- şıyor. Bugün bu kuşak, dünyanın birçok kuruluşunda yönetici olarak görev yapıyor, önemli kararlara imza atmak zorunda kalıyor. Geleceği inşa edecek kritik kararlara. Dünyanın daha güzel ve yaşanacak bir gezegen olması için çaba sarf ediyor. Bir yandan saydığımız tüm sorunları çözmeye çalışırken, diğer yandan da bu sorunların kabarttığı büyük faturayı ödemeye çalışıyor. En büyük amacı ve kalan tek motivasyonu ise, canından çok sevdiği, çocuğu ve geleceği olarak kabul ettiği Y ve Z kuşaklarını korumak. Sistemin, büyük araba sevdası, ne idiği belirsiz retro çakması kıyafeti, 80’lere çakılıp kalmış müzik zevki ve verilen her işi karşılık beklemeden canla başla yapan, haklarını talep etmekten aciz insanlar güruhu olarak baktığı bu kuşak, iliğine kadar sömürülmüş bir insanlık kesiti aslında. Şimdi bu kuşak, içine doğduğu vahşi sistemin ve onun efendilerinin karşısında, hem de en güçlü rakibi olarak yine kendisi ile mücadele ederek bir çıkış yolu bulmaya, herkes için ortak bir yarın yaratmaya çalışıyor. Kayıp kuşak, insanlık tarihinin ezilen sınıfının belki de en değersizleştirilmiş parçasının adı.

Haydi diyorum bu kuşağa! Kayıp olmaktan kurtarıcı olmaya geçin diyorum. En iyi bildiğin şeyi yaparak, en iyi silahını kullanarak; koordine olarak, disiplinli çalışarak, yılmadan ve bir şey beklemeden – ki buna alışkınsın – bu sefer gelecek için, Y ve Z kuşakları için, gezegen için saldırıya geç diyo- rum. Bu sefer kazanacaksın diyorum. Yenilsen ve kaybetsen ne yazar, zaten kayıpsın. Ya kazanırsan?