BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs’taki İyi Niyet Misyonu ile ilgili hazırladığı raporun son şeklinin dün resmileştiğini ve bu raporla Kıbrıs Konferansı’nın yalnızca güvenlik ve garantiler boyutuna vurgu yapan ve bütün sorumluluğu Türk tarafına yıkmaya çalışan Rum tezinin bir kez daha çürütülmüş olduğunu vurguladı.

Burcu, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın müzakerelerin eski yöntemlerle sürdürülemeyeceği ve bunun yerine paket anlayışının geliştirilmesi yönündeki yaklaşımının BM Genel Sekreteri tarafından bu raporda olumlu değerlendirilmesinin de önemli olduğunun altını çizdi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Barış Burcu’nun Guterres’in raporunu değerlendirdiği açıklamada, Kıbrıs Konferansı’nın paralel masalarda bütün başlıkları kapsadığı gerçeğinin de raporda çok açık olarak belirtildiğini kaydetti.

Burcu, “Crans-Montana’daki Kıbrıs Konferansı çerçevesinde taraflarla yazılı olarak paylaşılan ‘Guterres çerçevesi’, anılan rapora tam olarak yansıtılmamıştır. Raporda, bu bağlamda kullanılan ifadelerdeki eksiklik ve değişiklikler, Sayın Genel Sekreter’in ortaya koyduğu çerçevenin dengesini bozmaktadır” dedi.

Genel Sekreter’in Crans Montana’da sunduğu çerçevenin önemli unsurlarından olan “dönüşümlü başkanlık” ve Kıbrıslı Türklerin federal kurullarda “en az bir olumlu oy” prensibi ile karar alma süreçlerine etkin katılımının Rum tarafının ikircikli tutumları nedeniyle netleştirilemediğini anımsatan Burcu, “Bilahare, Sayın Anastasiadis BM Genel Kurulu 72. Oturumunun açılışında yaptığı konuşmasında kararlara etkin katılım ilkesine açıkça karşı çıkmıştı. Hal böyleyken, Rum tarafının bu olumsuz tutumu net şekilde rapora yansıtılmadı. Rapordaki ‘federal yürütme’ ve ‘etkin katılım’ konusunda ‘neredeyse tam bir uzlaşıya varıldı’ ifadesi, yanlış algılara neden olmaktadır” ifadelerini kullandı.

Benzer bir durumun “Bağımsız Yetkililer” ve “Federal Kamu Hizmeti” gibi konularda da yaratıldığını belirten Burcu, bu konularda önceden varılan genel anlayışa rağmen Rum tarafının sürekli yeni şartlar, değişiklikler ve talepler ortaya koyarak uzlaşıyı engellediğini kaydetti.

Genel Sekreter’in “Mülkiyet” başlığı altında açıkta kalan konuların uzlaşısına yardımcı olmak için koyduğu çerçevenin de Rum tarafınca kabul edilmediğini ifade eden Burcu, “Bu hususlar, ne yazık ki rapora yansıtılmadı. Ayrıca raporda bu konuyla ilgili kullanılan bazı ifadelendirmeler Crans-Montana’da sunulan orijinal çerçeveyle bazı farklılıklar içermektedir “dedi.

Güvenlik ve Garantiler konusunda Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye’nin gösterdiği esneklik ve yapıcı tutumun, Rum ve Yunan tarafı ne kadar görmezden gelse de, Konferans’ın diğer katılımcıları tarafından takdirle karşılandığını da vurgulayan Burcu, “ Ne var ki, Rum tarafının ‘sıfır asker sıfır garanti’ ısrarı yüzünden bu fırsat heba edildi. Bu çerçevede, Güvenlik ve Garantiler başlığında sağlanan ilerlemelerden bahsedilirken, hangi tarafın yapıcı bir tutum ortaya koyduğunun raporda açıkça belirtilmemesi büyük bir eksikliktir” ifadelerini kullandı.

Burcu’nun Gutteres’in raporunu değerlendirdiği açıklaması şöyle:

 “Raporda siyasi irade noksanlığı yüzünden tarihi bir fırsatın heba edildiği belirtiliyor. Bu doğrudur, fakat siyasi iradeyi gösteremeyen Rum tarafıdır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Mustafa Akıncı çözümün ihtiyaç duyduğu siyasi iradeyi sürecin her aşamasında kararlı ve doğru bir biçimde ortaya koydu. Bu nedenle, kapsamlı çözüm müzakerelerinde sürecin geldiği aşama ve tarihi bir fırsattan bahsedilirken, raporda, bu fırsatın hangi tarafın siyasi irade eksikliğinden dolayı kaçtığının belirtilmemesi, sorumluluğu haksız bir şekilde iki tarafa paylaştırmaktadır. Birleşmiş Milletlerin tarafsızlık ilkesiyle herhangi bir tarafa suçlama getirmeme yaklaşımını anlamakla birlikte, bu tavır, yapıcı tutumuyla süreci ileriye taşıyan Kıbrıs Türk tarafına yapılmış bir haksızlık anlamındadır.

Rapor, Crans-Montana öncesi ve sonrasındaki süreçleri doğru tanımlama bakımından da bazı eksiklikler içermektedir.  Örneğin, Mont Pelerin I toplantısı ve 12 Ocak 2017’de Cenevre’de toplanan Kıbrıs Konferansı, Sayın Anastasiadis ve Sayın Nikos Koçias’ın “hazır değiliz” gerekçesi ile tamamlanamamıştı. Bu bilindiği halde, rapora açıklıkla kaydedilmemiştir. Aynı şekilde Güven Yaratıcı Önlemlerin bazılarının neden uygulanamadığı da raporda açıklanmamıştır. Örneğin, mobil telefonların her iki bölgede engelsiz kullanımı ve elektrik şebekelerinin kalıcı bağlantısı Rum tarafınca engellendiğine raporda değinilmedi. Anayasa yazım çalışmaları için kurulması istenen komisyonun Kıbrıslı Türk üyeleri tarafımızca atanmasına ve isimleri BM’ye iletilmesine rağmen üyelerini atamayan tarafın Rum tarafı olduğuna raporda yer verilmedi.

Raporda, Enosis plebisitinin okullarda kutlanması kararının sürece verdiği zarara dikkat çekilmekle birlikte, Sn. Anastasiadis’in bu süreçteki olumsuz rolü görmezden gelinmemeliydi. Hatırlanacağı üzere, DİSİ ve AKEL liderlerinin hatadan dönülmesi için Rum Temsilciler Meclisi’nde buldukları çarenin uygulanması Sn. Anastasiadis tarafından Anayasa Mahkemesi’ne sevk edilerek askıya alınmış, bir başka deyişle yokuşa sürülmüştü. Herkesin gözü önünde yaşanan bu gerçekliğe de raporda değinilmemiştir.

Raporda, iki toplumlu teknik komite çalışmalarının ve Güven Yaratıcı Önlemlerin gelecekteki konumu ile ilgili bir belirsizlik olduğu tespiti yapılmaktadır. Belirsizliğin ana kaynağı Rum tarafının bu konuları ileri götürmekteki isteksizliğidir. Kıbrıs Türk tarafını AB’ye hazırlayacak olan Ad-hoc komite çalışmalarını da engelleyen, yine Rum tarafıdır. Bu hususlar da bilindiği halde raporda objektif olarak yer almamıştır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Mustafa Akıncı liderliğinde son iki buçuk yıldır sürdürülen müzakere sürecinin bütün önemli aşamalarında gerekli siyasi iradeyi gösteren hep Kıbrıs Türk tarafı oldu. Mont-Pelerin, Cenevre ve nihayetinde Crans-Montana Konferansı toplanabilmişse, bu, ayak sürüyen Rum tarafına karşı Kıbrıs Türk tarafının ısrarlı girişimleri sayesinde gerçekleşti. Kıbrıs Türk tarafı varılan uzlaşılara tümüyle sadık kaldı. Sayın Cumhurbaşkanımız müzakere sürecini bekleyen tehlikelere her zaman dikkat çekti ve çözüm odaklı bir anlayışla zamanın verimli kullanılmasını talep etti. Ne yazık ki, Rum tarafı ise müzakere sürecini yavaşlatan, sonuç almayı engelleyen, varılan uzlaşıların gereğini yerine getirmeyen ve zamana oynayan bir tutum içinde oldu. Rum tarafının bu olumsuz tutumunun raporda yer almamasını ciddi bir eksiklik olarak görüyoruz.  Gelinen aşamada, aynı yöntem, modalite ve zihniyetle bir yere varılamayacağı açıktır. Rum tarafında ciddi bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha vurgulamak isteriz. “