İSTANBUL (AA) –MUHAMMED TANDOĞAN- Mayıs ayında, cumhurbaşkanının görev süresinin 5 yıldan 7 yıla çıkarılmasını öngören anayasa değişikliği taslağının halk tarafından kabul edilmesi sonrasında çıkan olaylarda 46 kişinin hayatını kaybettiği Burundi, Hutular ile Tutsiler arasında yeni bir etnik gerginliğin kıskacında. 1990’lı yıllarda Ruanda’da gerçekleşen ve bir milyona yakın kişinin hayatını kaybettiği katliamın tekerrür etme ihtimali, gözlerin şimdi de Burundi’ye çevrilmesine neden oldu.

Etnik ve dini olarak homojen bir yapıya sahip olmayan Burundi’de üç etnik unsur varlığını sürdürüyor: Hutular, Tutsiler ve Twalar. Nüfusun yüzde 85’ini oluşturan ve ülke içerisinde baskın ağırlığa sahip etnik kimlik olan Hutuları, nüfusun yaklaşık yüzde 14’ünü oluşturan Tutsiler takip ediyor. Ülkedeki üçüncü etnik çoğunluk olan Twaların nüfusa oranı ise yaklaşık yüzde 1. Hutular ile Tutsiler arasındaki nüfuz mücadelesi, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ülkenin istikrarını derinden etkileyebilme potansiyeline sahip. Ülkedeki vatandaşların dini yönelimlerinde de etnik kimliklerin kompozisyonu ile benzer bir durum söz konusu. Nüfusun yüzde 80’inden fazlasının Hristiyan olduğu Burundi’de, Müslümanların oranı çeşitli kaynaklarda yüzde 10 ile yüzde 15 arasında değişiyor.

- Sömürgecilik dönemine kadar uzanan etnik rekabet

Günümüzde Burundi’de siyasi iktidar, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan etnik grup Hutuların elinde. Her ne kadar hâlihazırda Hutular ve Tutsiler arasında toplumsal bir iç savaş ya da etnik gerginliğe dayalı problemler keskin bir şekilde bulunmasa da, mevcut hükümet, kendilerine karşı ayaklanan ve büyük çoğunluğunu Tutsilerin oluşturduğu muhalefete karşı sürekli teyakkuz halinde bulunuyor.

Ülke siyasetinde zaman zaman nükseden istikrarsızlığın ve Hutular ile Tutsiler arasındaki gerginliklerin kökeni, aynen Ruanda’da olduğu gibi, Belçika’nın Burundi’yi işgal edip burada bir sömürge yönetimi kurduğu döneme kadar uzanıyor. Bu dönemde Belçikalılar, orduda ve bürokraside kritik yerlere, ülkede çoğunluğu oluşturan Hutu kökenlilerden ziyade, azınlık durumunda olan Tutsileri yerleştirmişti. Sömürge yönetiminin egemen olduğu zaman diliminden önce, bir arada ve huzur içerisinde yaşayan Hutular ile Tutsiler arasındaki farklılıkların körüklenmesi sonrasında, iki etnik grup arasında sonu iç savaş atmosferine kadar varan gerginlikler ortaya çıktı.

Belçika’nın güdümünde, azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği bu durum, 1993 yılında yapılan seçimlerl sona erdi. Sayısal üstünlüklerini avantaja dönüştüren Hutuların adayının seçimi kazanmasıyla, nispeten değişen siyasi atmosfer, seçimlerden yaklaşık 100 gün sonra devlet başkanı Ndadaye Melchior’un suikasta uğraması ile yaklaşık 7 yıl sürecek bir iç savaşa çevrildi.

Ülkede çoğunlukta bulunan Hutular ile azınlık durumunda olan Tutsiler arasındaki bahse konu olan iç savaş, Güney Afrika’nın bir dönem son derece popüler olan devlet başkanı Nelson Mandela’nın arabuluculuğu ile 2000 yılında komşu ülke Tanzanya’da imzalanan Aruşa Barış Anlaşması’nın imzalanması ile barışa evrildi.

- Derde deva olmayan etnik barış

Hutular ile Tutsiler arasında gerçekleştirilen bu barış anlaşması oldukça ilginç sayılabilecek şartlar içermekteydi. Buna göre; ülke nüfusunun ezici çoğunluğunu Hutuların oluşturmasına rağmen, siyasi kadroların yüzde 60’ının Hutular, yüzde 40’ının ise Tutsiler tarafından, askeri kadroların ise yüzde 50’sinin Hutular, yüzde 50’sinin Tutsiler tarafından doldurulması öngörülmüştü.

Ne var ki, bu anlaşma ülkedeki siyasi şartlar sebebiyle günden güne pasifize edildi. Anlaşmanın pasif halde bırakılmasına neden olan siyasi gelişmelerin ilk adımı, 2005 yılında başkanlığa seçilen mevcut Cumhurbaşkanı Hutu kökenli Pierre Nkurunziza’nın, 2015’te üçüncü defa aday olmak istemesiydi. Ülkede çoğunluktaki Hutular da başarılı buldukları ve ülke çıkarları için hizmet ettiğini iddia ettikleri Nkurunziza’nın bu arzusunu, kendilerinden biri olmasının da etkisiyle destekleyince, muhalefetteki Tutsilerin başını çektiği protesto gösterileri başladı. Göstericiler, havaalanını işgal etti ve ülkenin genelkurmay başkanı özel bir radyodan yaptığı açıklama ile iktidara el koyduğunu duyurdu.

- Etnik barışın pasifize edilmesi

Darbe girişimi, devlet başkanı ve ona bağlı askerler tarafından güçlükle de olsa bastırıldı. Bu girişimde rolü olduğu düşünülen birçok kimse tutuklandı, çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Oluşan iç savaş ortamında yüzlerce kişi öldü, yaklaşık üç yüz bin kişi başta Ruanda olmak üzere komşu ülkelere iltica etti. Ülkesine sığınanları, Ruanda’nın iade etmemesi, bu iki ülke arasında yeni bir krizin başlamasına sebep oldu. Zira iki ülke arasında daha önce Burundi Cumhurbaşkanına suikast teşebbüsünde bulunan Tutsilerin, Ruanda’dan geldiği iddiaları ve çeşitli siyasi nedenlerden dolayı gerginlikler mevcuttu. Diğer yandan muhaliflerin Ruanda’ya sığınması ise Tutsilerin bölgede Burundi ve Ruanda’nın tamamını, Uganda, Kenya ve Tanzanya’nın ise bir kısmını içerisine alan büyük Hima İmparatorluğu’nu kurma hayali nedeniyle, yıllarca Tutsiler tarafından yönetilen Hutuların endişesine sebep oldu. Bu nedenle 2015 yılında gerçekleştirilen darbe girişiminin ardından, Aruşa Barış Anlaşması gevşetilerek muhalif konumunda olan Tutsiler, nispeten daha pasif görevlere kaydırıldı.

- Avrupa, anlaşmayı Burundi’nin içişlerine müdahale için kullanıyor

Söz konusu tasfiye süreci, Avrupa Birliği’nin çeşitli organları tarafından insan haklarının ve iki etnik grup arasında imza edilen barış anlaşmasının ihlali olarak değerlendirilerek, eleştirildi. Eleştiriler, Burundi’ye yönelik olarak çeşitli siyasi ve ekonomik baskıları da beraberinde getirdi. Burundi’nin bilhassa Fransa ve Belçika ile olan ikili ilişkilerini olumsuz etkileyen bu durum, Avrupa devletleri tarafından ülkenin içişlerine müdahale için araçsallaştırılmakta.

2015 yılı Cumhurbaşkanlığı seçim döneminde meydana gelen protesto gösterilerinin orantısız güç ve insan hakları ihlalleri ile bastırıldığı iddiaları, Burundi ile uluslararası toplumun da arasını açmış durumda. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından ülke hakkında soruşturma başlatılması sonrasında Burundi, kararın siyasi olduğunu belirterek, bu mahkemeyi oluşturan anlaşmanın tarafı olmaktan çekildiğini ve kararı tanımayacaklarını duyurdu. Adalet Bakanı, ülkesinin bu tavrına gerekçe olarak ise Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Afrika ülkeleri ile ilgili olarak aldığı orantısız kararların, bu ülkelerin istikrarsızlaşmasına yol açtığı/açacağı vurgusunu yaptı.

Hâlihazırda, ülkenin yönetici eliti, ülkeyi karıştırmak ve gerek ekonomik olarak gerekse siyasi olarak istikrarsızlaştırmak için dış güçlerin ülkeye müdahalede bulunduğu, provokatif eylemlere destek sağladığı ve zemin hazırladığı iddialarını ısrarla sürdürüyor.

- Ülkedeki Müslümanların durumu

Ülkede yaşananları, iki farklı etnik grup arasındaki tehlikeli bir güç mücadelesi olarak yorumlayan Burundi’deki Müslüman nüfus, gerginlikten uzak duruyor. Ülkedeki Müslümanların büyük bir kısmı Hutu etnik kimliğine sahip olmakla beraber, Tutsi veya Kongo kökenli Müslümanlarında da bulunduğu Burundi’de, Belçika’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesinde Müslüman entelektüeller oldukça etkileyici ve birleştirici bir rol üstlenmişlerdi.

Bağımsızlık hareketinin ana merkezinin bulunduğu büronun, nüfusun ağırlıklı olarak Müslüman olduğu bir (yüzde 90 oranında) bölgede açılması, bu durumun en net örneklerinden. Ne var ki ülkedeki Müslümanların gerginliklerden uzak duran ve bütünleştirici yaklaşımına karşılık, tansiyonun yükseldiği anlarda Müslüman vatandaşlar da, etnik kimlikleri nedeniyle açık hedef haline gelmekten kurtulamıyorlar.

- Sömürge döneminin tahribatı

2016 yılı verilerine göre, ülkede gayri safi yurt içi hâsıla (GSYİH) 3,1 milyar dolar olarak gerçekleşirken, kişi başına düşen GSYİH 277 dolar. 2000’li yılların ilk 20 yılı geride kalmak üzereyken, Burundi ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklarla bir süre daha boğuşmak zorunda kalacak gibi görünüyor.. Zira mevcut devlet başkanının 2015’te üçüncü dönem cumhurbaşkanlığı yapmak için bir kez daha aday olmasını tasvip etmeyen AB Komisyonu’nun, ülkeye yaptığı yardımları yarı yarıya azaltmasından ötürü, ülke ekonomik sıkıntı çekiyor.

Ülkenin ekilebilir tarım alanları oldukça sınırlı olmasına karşın, çalışabilen nüfusun büyük bir kısmı (yaklaşık yüzde 90) tarım alanlarında istihdam edilmekte. Ülkede yetiştirilen başlıca tarım ürünleri ise kahve ve çay olup, kahve satışı, ülke ihracatının yaklaşık yüzde 75’ine karşılık geliyor.

Burundi örneğinde, sömürgeci yönetimlerin Afrika’ya verdiği zararın boyutu daha iyi anlaşılabilmekte. Belçika’nın sömürge yönetimi döneminde hiç hesapta yok iken çıkarılan bir etnik farklılık furyası, günümüzde dahi Burundi halkını ekonomik ve siyasi olarak derinden sarsabilme potansiyelini bünyesinde barındırıyor.

[İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapan Muhammed Tandoğan, Afrika Araştırmacıları Derneği (AFAM) başkan yardımcısı olup, Afrika’da Sömürgecilik ve Osmanlı Siyaseti ve Türkiye-Afrika İlişkileri üzerine çalışmalar yapmaktadır]