AVRUPA-30 Nisan tarihinde yaptığım çağrı üzerine yoğun bir tartışma yaşanmaktadır. 30 Nisan konuşmamda Rum tarafını Guterres Çerçevesi’ni sulandırmadan ve kendi yorumlarıyla çarpıtmadan olduğu gibi kabul etmeye davet etmiştim. 30 Haziran’da sunulan bu belgeyi dün yaptığım konuşmada da olduğu şekliyle izah etmiştim. Bu çerçeve, 30 Haziran 2017 tarihinde BM tarafından Crans Montana’da taraflara sunulan metindir. BM’nin taraflara verdiği ve başka versiyonu olmayan bu metni, 23 Eylül 2017 tarihindeki New York görüşmemizde BM Genel Sekreteri Sn. Antoio Guterres de “evet budur” diyerek teyit etmiştir.

Bu çerçeve ile ilgili olarak kamuoyunu aydınlatmak üzere gerekli açıklamaları da dün yaptım.

Rum tarafı bu konudaki samimi çağrıma olumlu yanıt vereceğine, iki gündür 4 Temmuz tarihli, olmayan bir belgeden söz etmeyi tercih etmektedir. Ne yazık ki bu tutum, Guterres Çerçevesi’ni sulandırmaya, çarpıtmaya devam edeceklerini göstermektedir ve bu, maalesef çözüme yardımcı bir yaklaşım değildir.   

Amacım, karşılıklı suçlama yoluyla toplumlarımızı meşgul etmek değildir. Uzun sürecek bir durgunluk ve gerginlik dönemine doğru hızla yol alınırken ve bu gidişle adamızın kalıcı olarak bölünme olasılığı daha da büyürken, sessiz kalamazdım. Bu çabanın tarihi bir sorumluluğu yerine getirme uğraşısı olduğunu bir kez daha anımsatmak isterim. 

BM Genel Sekreterliği, New York’taki KKTC Temsilciliğimiz aracılığı ile, tarafların nabzını yoklamak üzere geçici bir görevlendirme yapmak düşüncesinde olduklarını bildirmiştir. 

BM’nin bu önerisine itirazımız olmadığını; ancak bunun eskiden olduğu gibi aynı minval üzere yürütülecek sonu gelmez bir müzakerenin kabulü anlamını taşımayacağını; Kıbrıs Türk tarafı olarak sonuç odaklı olmayan, ucu açık bir sürecin parçası olmayacağımızı defalarca açıkladığımızı, bundan sonraki sürecin stratejik paket çerçevesinde ve takvimli bir süreç olabileceğini her vesilesiyle vurguladığımızı da anımsatarak bu atamaya bu çerçevede itirazımız olmadığını Kıbrıs’taki BM yetkilisine bildirmiş bulunmaktayız.