Şimdi şu noktaya dikkatlerinizi çekelim:

 

Türkiye uzun zamandır terörle yatıp terörle kalkıyor. Alınan tüm önlemlere rağmen terör belasını önleyemedik. Millet olarak terör karşısında bizi yönetenlerin yanında yer alıyoruz. “Teröre teslim olmayacağız” dediğimiz anda, terör nedeni ile oynanması gereken futbol maçının iptal edilmesi, canlı bombaların aramızda dolaşması Türkiye’yi bir terör ülkesi konumuna sokmuş oluyor.

 

Bilindiği gibi daha önce “İç Güvenlik Yasası”nda önemli değişiklikler yapılmış, böylece terörün önlenmesinin önüne geçilmek istenilmişti. Bu satırlar yazılırken, bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra terörden 231 kişinin hayatını yitirmiş olduğunu görüyoruz. Terör durmuyor. Önünde engel tanımıyor.

 

İç Güvenlik Yasası ile daha da genişletilen polisin arama ve dinleme yetkisine rağmen terör eylemleri engellenemedi. 3 Nisan 2015 tarihinde onaylanan yasayla hakim kararı olmadan polis amirinin sözlü emriyle arama yapılmasının önü açıldı. Yine polise amirinin talimatıyla şüphelilerin telefonlarını dinleme yetkisi verildi. Polise geniş yetkiler veren ve 11 aydır uygulanan yasaya rağmen teröristler yakalanamadı. 5 Haziran 2015'te Diyarbakır'da başlayan canlı bomba saldırılarında 231 kişi öldü. Bin 500 kişi yaralandı.

 

Demek ki ortada bir yanlışlık var, demek ki bazı konularda yanlış adımlar atılıyor.

 

Geçenlerde MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, alınan tüm önlemlere rağmen önlenemeyen terörle ilgili olarak konuştu. Vural’ın sözlerinden kısa bir alıntıyı sizlerle paylaşalım:

 

“Terör unsurları Türkiye'yi örümcek ağı gibi sarmış. Tedbir almadılar. Terör örgütleriyle iç ve dış politikada zafiyet oluştu. Zafiyetin neticesinde birçok unsur network oluşturdu. Bunlar maalesef teröre karşı koruyucu tedbir alamadıkları için bedelini çok acı şekilde ödüyoruz. Sınırlarımız kevgire döndü. İçerdeki ve dışarıdaki terör unsurları Türkiye'de ilişki ağı içerisinde. İstedikleri arabaları alıyorlar, dolaştırıyorlar, bombayı getiriyorlar. Kilometrelerce yolculuk yapıp sonunda Türkiye'nin kalbi denebilecek noktalarda patlatıyorlar. Adeta terör serbest bölgesi halinde isteyen istediğini yapabilecek noktaya geldi.”

 

Görüldüğü gibi gerek PKK, gerekse IŞİD terörü artık uluslararası boyut kazandı. Terörün arkasında dış güçlerin istihbarat servislerinin bulunduğu görüşü de giderek güçleniyor. Terörle mücadelede etkinlik kazanmak için özellikle “Dost çoğalt, düşman azalt” yoluna gidilmesinin doğru olabileceğine de dikkat çekiliyor.

 

Suriye krizi ile başlayan süreçte etrafımızda dost ülke kalmadı. Uygulanan dış politikadaki yanlışlıkların da bugün içine yaşadığımız terörü azdırdığı da söyleniyor. Konuya bu çerçeveden baktığımızda alınması gereken önlemler içinde daha fazla dost kazanmanın doğruluğunu görmüş oluyoruz.

 

Karar Gazetesi, bu görüşü destekleyen bir kampanya başlatmış, biz de bunu olumlu buluyoruz. Yine aynı gazetede konuyla ilgili kişilerin bazı görüşlerine yer verilmiş. Konumuz içinde olduğu için biz de bu görüşlerden bazılarını alıntı yaptık.

 

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi) Prof.Dr. Beril Dedoğlu, konuya değinirken şunları söylüyor:

 

“İçerde de dışarıda da kamu diplomasisine ağırlık vermek gerekiyor. Terörle mücadelenin etnik veya toplumsal bir savaş olmadığını içerde de dışarıda da anlatmak gerekiyor. Müttefiklerle bilgi paylaşımının daha görünür olması lazım. Dış dünyayla bu konuda daha yakın ve görünür paylaşım sergilenmesi gerekli. Bu nasıl yapılır? Örneğin Ankara veya İstanbul’da bir toplantı yapılır içinde yabancı gazeteciler, karar alıcılar, askeri personel olur. Örneğin boşaltılmış, bombalardan temizlenmiş alanların birlikte gezilmesi gerekir. Ancak yabancı heyetlerin kendi başlarına bölgede inceleme yapmasından söz etmiyorum. Bu ziyaret ve incelemelerin birlikte yapılması gerekiyor. IŞİD konusunda böyle bir sorun yok. Ancak PKK ile mücadelenin topluma verdiği zararın birlikte inceleme heyetiyle gösterilmesi, tanıklık sağlanması gerekiyor. “  

 

Emekli Büyükelçi Uluç Özülker’in konuya yaklaşımı da şöyle:

“Dış politikamızın temelden değiştirilmesi lazım. Başbakan yazdığı bir kitap ile sıfır sorun politikası doktrinini ortaya atmıştı. Bu keşke olabilse ama gerçeklerle örtüşmüyor. Hele de bizim gibi Ortadoğu bataklığındaki bir ülkede bu mümkün değil. Dış politika dediğiniz şey ülkenin çıkarları üzerine inşa edilmelidir. Artık ülkeler arası ilişkiler değil bloklar arası ilişkiler önemli. Buna göre bir politik çerçevemiz olmalı.  Filler tepişirken çayır olmamaya bakmalıyız. Dünya evet beşten büyüktür ama ulus devlete geçildiği Fransız İhtilalı’ndan bu yana dünyayı hep bu beşli veya altılı idare etmiştir. Bu noktada gerçekçi olmalıyız ve altından kalkamayacağımız kavgalara girmemeliyiz.”

 

 

Dr. Zeynel Abidin Erdem’in görüşü ile bugünkü yazımızı noktalamak istiyoruz:”Türkiye fabrika ayarlarına dönmek zorunda. Eski dostlarıyla dostluk formülü aramalı, eski düşmanıyla da dostluk kurma çabası göstermeli. Gerek Rusya, gerek Amerika, İsrail, İran ve Arap ülkeleri bizim vazgeçilmez stratejik müttefiklerimizdir. Bu bir pazarlıktır da aynı zamanda. Fosil yataklarının aktivitesi 20-30 yıla bitiyor. Dünyanın en önemli enerji kaynağı Güneydoğu’daki bor madenleridir. Biz şu an 1000 km’yi 100 litre benzinle gidiyoruz. İleride 1 milyon km’yi 1 kiloluk bor ile yapacağız. Türkiye bu avantajını pazarlık meselesi yapmalıdır.”