Brüksel’de CHP Avrupa Birliği Temsilciliği’nden 9 Mayıs Avrupa Günü’nde Avrupa Birliği kurumlarının bulunduğu Schuman Meydanı’na bakarken karmaşık duygu ve düşünceler içindeyim. Pandemi koşullarına rağmen Avrupa Günü hem Avrupa Birliği’nde hem de dünyanın farklı noktalarında şevkle kutlanıyor.

Schuman Deklarasyonu‘nun 71. yılını idrak ettiğimiz bu Avrupa Günü’nde, Avrupa projesi için önemli bir döneme tanıklık ediyoruz. Daha dün 8 Mayıs’ta AB Liderleri Porto’da bir araya gelerek 21. yüzyılın yeni sosyal haklar deklarasyonuna imza attılar. Eğitimden, iş yaratmaya ve yeni iş alanlarının gereksindiği yeni yetenek setlerine ve yoksullukla mücadeleye uzanan müthiş önemli bir gelişme.

Görüleceği gibi Türkiye’de Avrupa’yı ve cumhuriyet ülküsünü hiç anlamamış kesimlerin iddia ettiği gibi batmıyor Avrupa Birliği (AB) ama çoklu bir sınavdan geçiyor. “Nasıl bir Avrupa Birliği?” sorusu hala masada.

Avrupa projesinin ilk olarak kömür ve çelik iş birliği ve barış ideali ile yola çıktığını hep hatırlamalı. Ekonomik nedenlerle bir araya gelen ülkelerin diğer alanlarda da işbirliğinin faydalarını görmeleri çok da uzun sürmedi. Savaş yorgunu Avrupa kıtasının yaralarını sararak bir barış ve refah fikri olarak ortaya çıkması için demokrasinin tesisi ve ilerlemesi sosyo-ekonomik güçlenme ve siyasi istikrarı gerekli kılıyordu. Takip eden onyıllarda da küresel etkisi olan her gelişme Avrupa ülkelerini birbirine daha da yaklaştıran bir etki yarattı. İnsanlık tarihinin en büyük barış projelerinden biri olarak nitelendirilen Avrupa Birliği, bugün artık sadece bir iş birliği, dayanışma birliği olmanın ötesinde pek çok işlevi olan büyük ve güçlü bir birlik. Bunun yanında bir “birleşik devlet” ya da “federal yapı” olmayı da henüz başaramamış kendine has, kendi içinde çözülmeyi bekleyen sorunları olan bir yapı.

9 Mayıs Avrupa projesi için başarıların kutlandığı önemli bir tarih iken ülkemiz Türkiye, iktidarın siyasi tercihleri ile Avrupa projesinden hızla kopmakta ve otoriterlik pençesinden kurtulmak için uğraşıyor. Oysa Avrupa ile Türkiye’nin ortak kaderi bize birlikte ilerlemenin elzem olduğunu söylüyor. Bu ortak kadere inan insanların aynı zamanda ortak bir Avrupa hayali ve Avrupa tasavvuru da olması gerektiğini hiç unutmamalı.

AB için masadaki  5 senaryo

Birleşik Krallık’ın 2016’da yaptığı referandum ve çok sancılı bir müzakere sürecinden sonra Avrupa Birliği’nden ayrılışının ardından, AB’nin geleceğine dair 5 senaryo ortaya çıktı. Birleşik Krallık’ın deneyimi AB’den ayrılmanın pek de iyi bir fikir olmadığını da ortaya koymuş görünüyor. Üye ülkelerdeki Avrupa Birliği karşıtı hareketler büyük güç kaybettiler.

AB’nin geleceği için ortaya konan bu 5 senaryo: Yola devam; Sadece ortak Pazar; Daha fazlasını yapmak isteyenler yapsın; Daha azını daha verimli yapmak; Birlikte daha fazlasını yapmak. Bu senaryolar ve içerikleri incelendiğinde bize Avrupa Birliği’nin geleceğine dair geniş bir perspektif sunuyor. Maalesef Türkiye’de bu senaryoların değerlendirilip değerlendirilmediği, bizim tercih ve hayal ettiğimiz Avrupa’nın bunlardan hangisi olduğu yanıtlanmaya muhtaç bir soru hala.

Nasıl bir Avrupa Birliği istiyoruz?

Uluslararası sistemdeki değişimlerin daha iyi bir dünya düzeni için fırsatlar yaratması- ve Avrupa’nın bu yönde rol oynaması şart. Bu sebeple dünyamızın daha iyi bir Avrupa’ya ihtiyacı var.

– Adil bir yeni dünya düzeninin şekillenmesine öncülük edecek siyasi ve kurumsal kapasiteye sahip bir Avrupa’ya;

– Evrensel demokrasi değerlerinin, insan haklarının ve kültürel çoğulculuğun bir kaynağı ve daha iyi bir temsilcisi olarak yeniden kendisini tesis edebilecek birleşik bir Avrupa Birliği’ne;

– Savaşları, küresel salgınları, yoksulluğu, iklim değişikliğini ve finansal şokları daha iyi yönetecek bir küresel yönetişim sisteminin itici gücü olabilecek bir Avrupa Birliği’ne;

– Transatlantik ortaklığı akıllıca teşvik eden, yükselen Asya, dinamik Güney Amerika ve çalkantılı Afrika ile verimli ve adil ilişkiler kuracak, Akdeniz’den Orta Asya’ya uzanan bir refah kuşağına katkı sağlayacak bir Avrupa Birliği’ne;

– Giderek daha zorlu hale gelen küresel rekabet ortamında daha büyük bir ortak pazar, çağa ayak uyduran bir toplumsal model ve siyasi birlik olma potansiyelini kanıtlayan bir Avrupa Birliği’ne.

Fikrimce hepimizin dünyada ihtiyaç duyduğu Avrupa budur. Daha birleşik, temsil ettiği değerlerin daha iyi bir temsilcisi olacak, güçlü bir Avrupa Birliği.

Nasıl bir Türkiye: AB çemberinin içinde mi, dışında mı?

Her gün Brüksel’de yapay zeka stratejisinden yalan haberlerle mücadeleye, dış politikadan 21.yy’da sosyal politikaya uzanan çeşitlilikte dosyalar üzerine çalışıyor, bu alanlarda Avrupa Birliği’nin ne kadar yoğun bir çalışma gündemi olduğunu, ülkeler arasında derinleşen entegrasyonu gözlemliyorum. Aklımda ve yüreğimde elbette hep Türkiye var ve onun bu tablodaki yeri. Türkiye’nin bu şekilde bir ayağı içeride ama diğer ayağı ve yönetsel aklı dışarıda olması Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının çıkarlarının en büyük düşmanı.

Şairin dediği gibi

‘Ya dışındasındır çemberin

Ya da içinde yer alacaksın‘

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesiyle zaten bu tercihi yapmış ve çemberin içinde olmaya karar vermiştir ve bu AB’ye tam üyeliktir. Geriye buna inanan bir siyasi irade ve gereğini yaparak ulusal çıkarlarımızı koruyan bir anlayış kalmıştır.

Atatürk’ün Avrupa Vizyonu ve Kader Birliği

Anadolu’da büyümüş, devlet okullarında okumuş ve laik, demokratik Cumhuriyet’in doğal bir ürünü olan ve uzun yıllardır şevkle Türkiye’yi uluslararası alanda temsil eden bir genç kadın olarak Avrupa Birliği hedefinin bir Cumhuriyet ülküsü olduğunu hep hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum. M. Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin ait olduğu batı medeniyetini ve bizim gibi batı medeniyetine ait diğer Avrupa milletleriyle ilişki ve iş birliğimizin önemini şu sözleriyle çok net biçimde ortaya koymuştur, Avrupa Birliği üyelik hedefi işte bu yolun ve geleneğin devamıdır:

“Memleketler çeşitlidir; fakat uygarlık birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu tek uygarlığa katılması gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok gururlanarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi; bunu tekrar etmeyeceğiz.”

Atamızın bu sözleri ve inkılaplarla ortaya koyduğu eylemleri bize Avrupa’daki yerimizi de işaret ediyor. Tersi Türkiye’nin son 16 yılına mal oldu; bu hatayı da tekrar etmemeliyiz.

İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü, 1963’te Başbakan sıfatıyla imzaladığı AB ile ilişkimizin kökü olan Ankara Anlaşması’nın imza töreninde “Türkiye, Avrupa ile bir kader birliği anlaşması yapmıştır” demiş ve gelecek nesillere miras olarak bunu bırakmıştır. Kader birliği için ihtiyacımız olan temel ihtiyaçlardan biri karşılıklı olarak siyasi iradenin yanısıra toplumlar nezdinde de bir kader ortaklığı, karşılıklı anlayış birliği kurmaktır.

Türkiye’nin bu hedefin lokomotifi ve ilerici siyasi dinamiği olan CHP, bu perspektife inanıyor. 1963 yılında, o zaman, ileride siyasi birliğe dönüşecek bir barış ve demokrasi projesi olan Avrupa projesi ile ülkemizin bütünleşme sürecini başlatılmasının yanında, CHP bu yöndeki reformları her dönemde desteklemiştir. Türkiye’nin ilk Avrupa Birliği nezdinde siyasi parti temsilciliğini kurma kararı alarak tüm diğer siyasi partilere de örnek olan da Cumhuriyet Halk Partisi’dir.

21. Yüzyılda Türkiye’nin Avrupa’daki Kaderi

Bugün dünyanın içinden geçtiği fırtınalı süreç, uluslararası arenada kartların yeniden dağıtılıyor olması Türkiye’nin bu yeni dünya düzeninde konumunu hassasiyetle ve doğru biçimde belirlemesini çok önemli kılıyor. Dış politikada çok boyutlu ve çok katmanlı bir yaklaşım Türkiye’nin çıkarlarının korunması bakımından çok önemli.

Lakin teslim ve tespit etmemiz gereken ve Türkiye’de çoğu kez yanlış anlaşılan bir konuyu var; Avrupa Birliği üyelik hedef ve sürecinin bir dış politika meselesi olmaktan çok, iç politika meselesi olduğunu, birbirinden farklı politika alanlarında uyumlulaşmaya dayandığını görmemiz şart. Her alanın, her konunun bir Avrupa Birliği boyutu bulunmakta. İktidarın son yıllarda yaptığı gibi Dışişleri Bakanlığı içinde bir birime indirgenemeyecek, topyekün çaba gerektiren Avrupa Birliği uyum sürecinin merkezinde de demokratikleşme çalışmaları vardır. Bu sebeple yakın gelecekte Avrupa Birliği uyum süreci ve müzakerelerin yönetim modelini tamamen değiştirmek elzemdir. Bu yönde kaleme aldığım, gerek ulusal gerek uluslararası medyada anlattığım, CHP tarafından önerge olarak sunulan çalışmam, mevcut iktidarca reddedilmiş ise de demokratik bir iktidarda önerdiğim gibi uzlaşıya dayalı, katılımcı, çoğulcu bir Ulusal Komitee kurmanın gerekliliği ortadadır. Meraklısı, Hırvatistan modeli olarak öne çıkan bu konudaki çalışmalarıma çevirimiçi kaynaklardan ulaşabilir.

yüzyılda Türkiye’nin Avrupa’daki kaderini şekillendirmede Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye’nin demokratik bir iktidara kavuşması ile 21. yüzyıla yakışır bir demokrasi ile ülkemizin taçlanması belirleyici olacak.

Yaklaşık 16 yıldır Brüksel’den, öncesinde Türkiye’de Avrupa Birliği üzerine çalışmalar yapan, 3 Ekim 2005’de ülkemiz Avrupa Birliği ile müzakerelere resmen başladığı o tarihi günde, o zirvede, Lüksemburg’ta olan az sayıdaki insandan biriyim. O günden bu yana gözlemlediğim en temel eksiklerden bir diğeri ise Türkiye’de güçlü, ciddi bir Avrupa taban hareketinin olmayışıdır. Avrupa hareketi adına ve tam üyelik yönünde Türkiye’deki faaliyetlerin çoğu zaten bu hedefe inanan, bu yönde çalışan sınırlı bir grubun ötesine geçememiş, toplumun geniş kesimlerinde Avrupa projesi ve neden tam üye olmamızın önemli olduğunun anlatılamamış  olduğunu üzülerek gözlemliyorum. Bunu 9 Mayıs Avrupa Günü’nün Türkiye’de hemen hemen her kesimde cılız biçimde kutlanmasından ve hatta konu dahi olmamasından da anlamak mümkündür. Oysa Türkiye’de AB üyelik hedefine kamuoyu desteği, otoriterlikle mücadele ettiğimiz şu yıllarda hiç olmadığı kadar yüksek düzeydedir. CHP seçmeni de bu desteğin en yüksek olduğu gruptur diyebiliriz. Türkiye’de Avrupa Birliği sürecine kamuoyunun dikkatini çekecek toplumsal hareketlerin oluşumu ve her tür çaba çok değerlidir. Katılımcı, yenilikçi bir Avrupa taban hareketinin öncülüğünü yapmak Türkiye’nin demokratlarına yakışmasının yanında bu tarihi bir sorumluluktur da.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının çıkarı ve aydınlık bir gelecek tasavvurumuz, ülkemizi Avrupa’nın saygın demokrasilerinden ve en güçlü sosyo-ekonomik devletlerinden biri haline getirmekte.

Demokratik, çağdaş bir ülke hayali, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında Türkiye’nin kaderini Avrupa’nın kaderiyle birleştirmekten geçiyor.

9 Mayıs Avrupa Günümüz kutlu olsun!