Bu hafta sosyal medyada insanın içini acıtan bir video dolaştı. Kendisine altı kere dokuzun kaç olduğu sorulan insanlarımızın akıllara durgunluk veren yanıtlarını izledik. Paylaşım son derece seviyesiz olduğu için link ve benzeri bir yönlendirmede bulunmuyorum.

Yanıtları veremeyenler arasında üniversite öğrencileri ile yabancı dilde eğitim veren kolejlerde okuyan çocuklarımız da vardı. Yanlış yanıtları verenleri izlemenin, insanın içini rahatlatan tek yönü ise kendilerine olan güvenlerini görmekti!

BUGÜN : 99. SIRADAN YAŞAMA BAŞLAMAK…

Dünya Bankası’nın uluslar arası rekabet raporunu incelediğinizde, Türkiye’nin rekabet sorunları tablosunda ilk sırada “yarım yamalak eğitim almış iş gücü”nün yer aldığını göreceksiniz. İfade bana ait değil, raporda geçen ifade bu “inadequately educated workforce”. Rapor açık, herkes inceleyebilir. Aynı raporun eğitim bölümünde Türkiye ile ilgili veriler şöyle; eğitimin niceliksel yeterliliğinde Türkiye 124 ülke arasında Avustralya, Şili, İspanya, Finlandiya, Yunanistan, Kore, Singapur ve ABD ile birlikte birinci sırada. Ancak niteliksel sıralamayı söylemek bile istemiyorum; yine aynı 124 ülke arasında 99. Sıradayız. Yani okulumuz var ama eğitimimiz yok.

Kabaca bir çocuğumuzun, gencimizin on altı yılı okulda geçiyor. Sonuçta ne oluyor? Bu çocuklar dünyaya açılırken 99. sırada yerini alıyor. Sadece çocuk mu peki? Hayır, çalıştığı şirket ve ürettiği ürün veya hizmet de 99. sırada. Bunun kökünde ne yatıyor peki? Bunun kökünde de eğitimde fırsat eşitsizliği yatıyor. Biz eğitimde eşitliği sağlayacağız derken ne yapıyoruz? Niteliksiz okullarımıza nitelik kazandıracağımıza, nitelikli bir avuç okulumuzu da darmadağın edip onları de niteliksiz hale getiriyoruz. Elde kalan üç beş okul da hangi sorunumuzu çözmeye yetecek ki? Bana nitelikli insan gücüne ihtiyacı olmayan bir tane sektör veya sorun söyleyebilir misiniz? Sektörlerden vazgeçtim, hangi toplumun nitelikli insana ihtiyacı olmaz ki? Peki, nasıl oldu da bu duruma geldik?

DÜN : BAKANIN BAKAMADIĞI BİR SİSTEM…

TBMM kurulduğu günden beri geçen yüz yıllık süreçte tam 69 Milli Eğitim Bakanımız olmuş. Bakanlarımızın ortalama görev süresi ise 1,4 yıl. Bu değerli makamda toplamda üç yıl ve üzeri görev yapan dokuz Bakanı çıkarttığımızda ise, geri kalan 60 Bakanın ortalama görev süreleri bir yıl. Beş yıl ve üzeri bir süre görev yapan iki Bakan sırası ise Hasan Âli Yücel (28.12.38-05.08.46; 7,6 yıl) ve Hüseyin Çelik (14.03.03-01.05.09; 6,1 yıl).

Yani 67 Bakanımız bir ilkokul öğrencisinin sınıfındaki sırasında oturduğu kadar bile makamında zaman geçirememiş. Bu manada, eğitimde geldiğimiz nokta konusunda Bakanları suçlamak pek de mümkün görünmüyor. Hangisine ne diyeceğiz ki? Bu Bakanların makamlarında geçirdikleri süreler değil Milli Eğitimin durumunu, çaycının telefon numarasını öğrenmeye bile yetmeyecek kadar kısa. Buna karşılık sadece on yedi senede on beş kez değiştirilmiş bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Açıkçası başından beri kaç kez değiştiğini hesaplayabilen de çıkmaz herhalde. Buna göre, tahmin edeceğiniz üzere, başladığı sistem ile eğitimini bitirebilmiş bir öğrenci de yok elbette. Değişikliklerin kimseye yar olmadığı, buna karşılık onlarca nesli telef ettiği ve ilkokul seviyesinde bilgilerden bihaber bir toplum yarattığı da aşikâr.

Peki kendi kendini yetiştirmeye çalışanların durumu nedir? Büyük üstat diyeceğim, Ali Nesin’in YouTube’da herkese açık olarak verdiği 64 videoluk matematik derslerini izleyenlerin durumu mesela. Altın değerindeki bu derslerin birinci videosunu izleyenlerin sayısı 117 bin iken, ikinci videoyu izleyenlerin sayısı, inanmayacaksınız ama, sadece 30 bin. Yani, birinci videodan sonra tüm matematiği çözdüğüne inananların oranı yüzde 74. İşte ben bu özgüvene hayranım. Son videoya geldiğimizde ise izlenme sayısı sadece 6 bin. Yani kendi isteği ile matematiği öğrenme çabasına girenlerin yalnızca yüzde 5’i sonuca gidebilmiş. Hadi canım, böyle de hesap mı olur diyenleriniz vardır. Başka türlü yorumlara açığım.

Yine sevgili Ali Nesin’in Türkiye’de kaç tane Corona testi yapılması gerektiğini hesapladığı canlı yayın kaydını üç aylık süreçte izleyenlerin sayısı ise 14 bin. Canlı yayında gerekli test sayısını hesaplayan Nesin’in “Böylece vatana millete bir hizmetimiz daha oldu.” sözlerinin ise karşılığı oldu mu bilmiyorum.

YARIN : BİLİM, VİCDAN VE ETİK TEMELLİ EŞİTLİKÇİ BİR EĞİTİM…

Görünen o ki, memleketimizin kendisine altı kere dokuzun kaç ettiği sorulduğunda arkasına bile bakmadan kaçan insanlara ihtiyacı var. Kim ne yapsın, ne kadar aşıya ihtiyacımız olduğunu hesaplayabilen bir bilim insanını. Açıkçası ben bilim adamından da vazgeçtim, haftada kaç saat çalıştırıldığını hesaplayabilen bir sınıf bile yeterlidir, yarınlara umutla bakabilmek için.

Bütün yazdıklarımdan, bu basit çarpım işlemini yapamayan insanlarımızı, lisede üniversitede okuyan çocuklarımızı ve gençlerimizi yargıladığım anlaşılmasın. Hele ki bu duruma kızmam, kesinlikle söz konusu değil. Büyük bir üzüntü duyduğum gerçek. Ancak herhalde bu durumda suçlanabilecek son kişiler de soruya yanıt veremeyenler olsa gerek.

Matematik konusundaki zafiyetimiz, daha da doğrusu cahil bırakılmışlığımız, belki de bütün makûs talihimizin sebebidir. Ancak aynı eğitim sistemimiz, çok gereksiz bularak mantık dersini de kaldırmadı mı ortalıktan. Ya etik ile ilgili eğitimimiz? Beşeri bilimlere verdiğimiz önem? Hangisinden bahsedelim?

Sevgili Sinan Dirlik’in YouTube kanalındaki bir programında, geçtiğimiz eğitim öğretim yılında pandemiden dolayı kesintiye uğrayan eğitim ile ilgili olarak “İlk defa tüm dünyada devletler – eğitim veremeyerek – bir yılı alınlarının akı ile bitirmiş oldular. Bu yılın tarihini altın plaka ile duvarlara asmalı.” demiştim.

Neden mi? Yıllardır dünyanın her ülkesinde verilen eğitimin sonucu ortada. Kendimi de dâhil etmek kaydıyla, eşitliksiz ve eşitsizliğin doğal olduğunu belleten bir eğitimin tezgâhından, dünyayı ve nereye gittiğimizi anlamaktan aciz, haklarını savunamayan insanlar olarak çıktık.

Buna karşılık halen iyi bir eğitimin olabileceğine inanan umutlu bir yanım var. Bu umut sayesinde, tüm dünyada, tüm eğitim emekçilerine ve çocuklarımıza, onlara ve emeklerine yakışan, bilime, vicdana ve etiğe önem veren eşitlikçi bir eğitim yılı dilerim.