Tagesspiegel gazetesinin online sayfasında yer alan yorumda, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın Federal Haber Alma Servisi (BND) Başkanı Bruno Kahl’e Gülen yapılanmasına yakın olduğu iddia edilen isimlerin bulunduğu bir liste verdiğinin ortaya çıkması ele alınıyor.

“Söz konusu listenin verilmesi kamunun tepkisine yol açtı, siyasetçileri hayrete düşürdü. Hedef bu muydu, yoksa ahmaklık mıydı? … Belki bir yanılgı, belki bir hesap veya provakasyon. Ama belki de sadece bir rutindi… Zira, Türk istihbarat birimlerinin yaptığı gerçekten ceza gerektiren bir durumsa, Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV) ve casusluğa karşı koyma biriminin Başkanı (Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı) Hans-Georg Maassen neden Federal Savcılığa suç duyurusunda bulunmadı? … Federal Haber Alma Servisi Başkanı Kahl bu işi halledebilirdi. Yaptılar mı?... Bulmacanın yanıtı şu olabilir: Türkler yine uzun zamandan beri yapmaya çalıştıklarını yaptılar, yani Alman hükümetini Gülen hareketinin bir tehlike oluşturduğuna dair ikna etmeye çalıştılar. Ve Alman tarafı izleyeceği tutum konusunda kararsız. Durum henüz bir skandal değil. Ancak açıklanması gerekiyor.”

Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung’da Peter Carstens imzalı analizde de aynı konu işleniyor.

“… Çocuk yuvaları, sürücü okulları veya Alman Federal Meclisi üyesi Müntefering’e devlet düşmanı muamelesi yapılıyorsa, derin bir nefes alıp meslektaşlara bu eylemin anlamı veya anlamsızlığını sormanın zamanı gelmiş demektir. Ama kimse bunu yapmadığı ve Türk istihbarat birimlerinin bu listedeki yer alan isimlere karşı ne yapabileceğini önceden kestiremediği için, Eyalet Anayasayı Koruma Teşkilatı ile Eyalet Emniyet Teşkilatları bu kişileri uyarmaya karar verdi. Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partili siyasetçi Stephan Meyer gibi bazı isimler ise MİT’in hedefinin bu olduğu, yani Almanya’da yaşayan anayasa değişikliğine karşı olanları sindirmek olduğu yönünde spekülasyonlarda bulundu. Ancak gerçek şu: Bu liste ciddiye almak için çok çılgınca.”

Welt am Sonntag gazetesinde Zafer Şenocak imzalı makalede ise Atatürk döneminde Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olarak görüldüğü, ancak ülkede yaşanan krizlerin sonunun gelmediği ifade ediliyor. “Dünyanın artık Türkiye’yi incelemekten yorulduğunun” belirtildiği makalede şu satırlar dikkat çekiyor:

"Bugün artık Türkiye ve tüm iktidarı elinde toplamak isteyen Cumhurbaşkanına çoğunlukla kafa sallanıyor. Ancak Türkiye’de ise Almanya ve Almanlara kafa sallanıyor. Burada ülkeyi kimin yöneteceği Almanları ne ilgilendirir sorusu sıklıkla soruluyor. Üstelik sadece hükümet yanlısı olanlar tarafından değil. Muhalefet içinde de bazı kesimler, Avrupa’nın dışlayıcı politikasının Türk hükümetinin işine yaradığına inanıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda da, Türkiye’de otoriter bir rejim olması, başarısızlığın bir garantisi değil mi? Avrupa’da bir çok kişi bunu istemiyor mu? Türkiye talihsiz bir aşkın kurbanı olmuş gibi görünüyor. Hatta Avrupa da. Zira neyi  kaçırdığını bilmiyor.”

Süddeutsche Zeitung'daki Vural Ünlü imzalı yorumda ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Etiyopya İmparatoru Haile Selassie ile karşılaştırılıyor. Yorumda şu satırlar dikkat çekiyor:

“Erdoğan 2016 yılının Temmuz ayındaki darbe girişimini atlattı ve bundan güçlenerek çıktı. Ancak siyasi geleceği belirsizliğini koruyor. Erdoğan, Türkiye’de cumhuriyetin yüzüncü yılı olan 2023’e kadar iktidarda kalmak istediğini açıklamıştı. Anayasa değişikliği için yapılan referandumda “evet” çıkması onun ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sürekli devlet başkanlığı koltuğunda kalmasını garanti altına alabilir. Ancak 16 Nisan’da sonuç ne olursa olsun, Ankara’daki muhteşem sarayında Erdoğan’ın gerçekle bağlantısı kopmuş gibi görünüyor. İktidara yapışmak, acilen gereken reformlara karşı ilgisizlik, dış politikada saldırgan sözler şu sıralar Erdoğan'ın siyasi tutumunu belirliyor. Ancak Erdoğan'ın kaderi gerçekle bağını kaybeden diğer liderlerin kaderi gibi olabilir, bu hem Türkiye hem de Avrupa için bilinmeyen bir son.”

Kaynak: Deutsche Welle Türkçe