Ben küçük bir kız iken en büyük hayalim Paris’e gidip Eyfel kulesine bakan küçük kafelerden birinde oturup caz müziği dinleyerek gelen geçenleri seyrederek kahve içmekti. Bazı geceler yatmadan önce Allaha dua eder “Lütfen Paris'i görmeden ölmeyeyim” derdim.

Yıllar sonra Londra’ya yerleştiğimde tatil olarak gittiğim ilk şehrin Paris olması gayet normal sanırım. Genç bir kadın olduğumda Paris beni kendine çekmeye devam etti. Üniversite yıllarında finallerden önce kafa dinlemek için cuma gecesi Londra Victoria’dan gece otobüsüne biner sabah iner inmez çikolatalı krep yedikten sonra etrafı gezer bir kaç magnet ve poster alıp geri dönerdim.

Aşk acısı yaşadığım dönemlerde de Paris her zaman yanımda oldu. Bazen soğan çorbası içerken bazende “ la vie en rose” dinlerken unuttum mutsuzluğumu

Sacre Coeur’da Paris'i tepeden seyrederken. Kiliselerde mumlar yakıp dileklerde bulundum. Midye ve bira ikilisi her zaman öğle yemeklerimi süsledi.

Ve bir gün bir İtalya’na çok aşık oldum. Yıllardır bana kucak açan Paris yine seslendi bana; “ Gel dedi beni sevgilinle tanıştır”. Hemen aldık biletlerimizi ben Londra’dan o Milano’dan çıkıp gittik Yeni yıla orda girmek için. Laduree'de sıcak çikolata içtik makaron yedik. Louvre de Mona Lisaya hayranlıkla baktık. Sevgilim kulağıma Edith Piaf söylerken kırmızı şaraplar içtik.

Yeni yıla Sen nehrinde havai fişek gösterileri arasında şampanya eşliğinde girdik. Şampanyanın tadı bir başka güzel senin topraklarında.

Gece saat 12.01 de çevremizi saran binlerce turistin yeni yıla giriş coşkusu içinde yere diz çöktü soğuktan hissedemediğim eldivenli elimi tutarak benimle evlenir misin? diye sordu.

Seni daha küçücük bir kız çocuğu iken görmeden sevdim. İlk aşkımdın. Yıllar geçtikçe seni tanıdıkça aşkım tutkuya dönüştü.

Seninle tanışalı bugün tam 25 yıl oldu ve ben seni her zamankinden daha çok seviyorum Paris.

Haftaya görüşmek üzere